Dilara Pınar Arıç
Köşe Yazarı
Dilara Pınar Arıç
 

Nabi'nin Hayriyye'sinden İlim Üzerine Beyitler

İlim öğrenmek Nabi’nin beyitlerinde önem arz etmektedir. Bu yazıda birkaç beyit üzerinde durulacaktır. 296. İlmdür rabıta-i ʻizz ü ʻulâ ʻİlmdür bâʻis-i temkîn-i safâ ʻizz ü ʻulâ: yücelik ve ululuk Temkin: tedbir Safâ: sevinç bâʻis: sebep olan rabıta: bağlılık (Yücelik ve ululuk bağlılığı ilimdir. Sevinç tedbirine sebep olan ilimdir.) İlim bir ululuk ve yücelik birlikteliğidir. Mutluluk getiren sebeptir. Bir nevi tedbirdir. 297. ʻİlmdür zâbıta-i câh u celâl ʻİlmdür râbıta-i birr ü nevâl Câh: itibar, makam Celâl: büyüklük, ululuk Zâbıta: kural, bağ, polis Birr: iyilik, güzellik, hayır Nevâl: talih, kısmet (İtibar ve ululuk polisi ilimdir. Hayır ve talih bağlılığı ilimdir.) 298. ʻİlm bir lücce-i bî-sahildür  Anda ʻâlim geçinen câhildür Lücce: engin su bî-sahil: kıyısı olmayan ( İlim bir kıyısı olmayan engin sudur. Onda alim geçinen cahildir.) İlim uçsuz bucaksız bir denizdir. Onda alim geçinen yani bildiğini iddia eden cahildir. 299. Cehle Hak mevt didi ʻilme hayât  Olma hem-hâl-i gürûh-ı emvât Gürûh: topluluk Emvât: ölüler hem-hâl: halleri birbirine benzeyen (Allah cahilliğe ölüm, ilme hayat dedi. Ölüler topluluğuula aynı halde olma.) 300. Olma mahrûm-ı hayât-ı ebedî ʻİlm ile fark ide gör nîk ü bedi  Nîk: iyi Bedi: kötü (Sonsuz hayattan mahrum olma, iyi ve kötüyü ilim ile fark et.) Sonsuz hayattan mahrum etme kendini. İlim ile iyi ve kötüyü ayırt et. 301. ʻİlmüñ envaʻı ile ol mâli Belki lâzım gele istiʻmâli envaʻ: çeşitli mâl: varlık, servet istiʻmâl: kullanma (İlmin çeşidi ve o varlığı ol. Belki kullanman lazım gelir.) İlim hayatta bize yardımcı olan bilgilerdir. Belki bir gün kullanmak lazım gelir, denmektedir.) 302. Bilmek elbetde degül mi ahsen  Sorsalar ben anı bilmem dimeden Ahsen: pek güzel (Bilmek elbette daha güzel değil mi? Sorsalar demeden bilemem) Bilgi sahibi olmaz daha güzeldir. Eğer sorarsalar deemeden bilemem. 303. Hazretüñ nâsa budur telkîni “Utlubû’l-ʻilmi velev bi’s-Sîni” Nâs: insanlar Telkîn: Fikir aşılama Utlubû’l-ʻilmi velev bi’s-Sîni:  İlmi taleb edin, Çin’de bile olsa (Peygamber hazretlerinin insanlara telkini şudur: İlmi talep edin, Çin’de bile olsa) 12a. 304.  İtme ʻâr ogren okı ehlinden Her şeyüñ ʻilmi güzel cehlinden  ʻâr: utanma (Ehlinden oku utanma. Bilmemekten her şeyi bilmek daha güzel.) Utanmamak gerekir. İlim edinmek ilim öğrenmek bilmemekten daha güzeldir. 305. Cühelâ ʻâlime nisbet hardur Belki hardan da bile bedterdür Nisbet: bağlılık, ilgi Har: diken, eşek Bedter: daha kötü (Ey cahil! Alime bağlılık dikendir. Belki eşekten de beterdir.) Cahile seslenmektedir. Alime bağlılık diken gibidir. Belki de dikenden ve ya eşekten de beterdir.   306. Kandedür bî-haber ü kande habîr  Mütesâvî degül aʻmâ vü basîr Kande:hani bî-haber: habersiz habîr: bilgili Mütesâvî: eş olan aʻmâ: körlük basîr: gören (Habersiz nerede, bilgili nerede? Kör ile gören bir değil.) Habersiz ile bilgili olan birbirine benzemez. Kör ile gören aynı değildir. 307. Ne kadar bulsa da ferr ü şevket Câhile câh ile gelmez rifʻat Ferr: firar, kaçma Şevket: büyüklük rifʻat: yükseklik, yücelik câh: itibar, makam (Ne kadar firar ve büyüklük bulsa da cahile makam ile yücelik gelmez.) Her ne kadar yüce makamı oluşa olsun cahile makam ile yücelik gelmez. Cahil yine cahildir. 308. Cehldür mâye-i şerm ü haclet Cehldür mûris-zill ü nahbet Mâye: para, mal, esas Şerm: utanma Haclet: utanma, şaşırma Muris: miras bırakan Zill: gölge nahbet: ölüm, ecel (Utanma ve şaşırmanın esası mayası cehalettir. Gölge ve eceli miras bırakan cehalettir.) Gölge ve ecelin miras bırakanı cehalettir. Utanma ve şaşırmanın esası  cehalettir, denmektedir. 309. Cehldür âdeme zindân-ı belâ Ki düşenler göremez rûy-ı rehâ . Rûy: yüz, çehre Rehâ: kurbtuluş (İnsana bela zindanı cehalettir. Buraya düşenler kurtuluşun yüzünü göremez.) İnsanoğluna cehalet bir zindandır. Bu zindana düşenler kurtuluşun yüzünü göremez. 310. Cehldür mahz-ı ʻadem ʻilm vücûd  Hiç berâber mi olur bûd ü ne-bûd Vücûd: varlık Bûd: var ne-bûd: yok mahz: katkısız, sade ʻadem: yokluk (Yokluğun esası cehalettir, ilmin varlıktır. Var ile yok hiçbir olur mu?) Yokluğun esası özü cehalettir, ilmin esası varlıktır. Var ile yok arasında benzerlik yoktur. 311. Matlabuñ eyle maʻâlî-i umûr Vâdi-i felsefeden eyle ʻubûr Matlab: talep olunan Maʻâlî: yüksek Umûr: işler, hususlar ʻubûr: bir suyun öbür yakasına geçme (İşlerin yüksekliğimi talep eyle, Felsefeden öbür yakasına geçir.) İşinde yükselmeye çalış. Felsefe vadisinden bir yakadan diğer yakaya geçer gibi geç, denmektedir. 312. Olmaya ʻilm kadar emr-i bülend ʻİlmden görmedi hîç kimse gezend Bülend: yüce Gezend: zarar, ziyan, elem (İlim kadar yüce emir olmaz. İlimden kimse zarar görmedi.) En yüce emirlerdendir ilim öğrenmek. İlimden kimse zarar görmedi. 313. Ger reʻâyâ vü gerek sâhib-i tâc  Lâbüd olur ʻulemâya muhtâc reʻâyâ: bütün halk Lâbüd: lazım, gerekli ( Eğer bütün halk tac sahibi olması gerekirse alimlere muhtaç olur) Bütün halk tac sahibi olması için ilim sahiplerinin tedrisinden geçmelidir. Tac sahibi olmak isteyenlerin alimlere ihtiyacı vardır. 314. Şeref-i ʻilme nihâyet yokdur  Sıfat-ı Bâri’ye gâyet yokdur Bâri’: Yaratıcı Gâyet: son (İlmin şerefinin sonu yoktur. Allah’ın sıfatına son yoktur.) İlim Allah’ın sıfatıdır. İlmin şerefine son yoktur. Yaratıcı’nın sıfatına son yoktur. 315. Olmayınca mütenâhî maʻlûm Mümkin olur mı tenâhî-i ʻulûm Mütenâhî: biten, sona eren Tenâhî: bitme, sona erme (Son bilinen olmayınca ilmin sonu mümkün olur mu?) Sen ilim öğrenmeyi bırakmazsan ilmin sonu gelmez. 316. Kalma kışrında ʻulûmuñ ammâ Olagör vâsıl-ı lübb-i maʻnâ Kışr: kabuk Lübb: iç, öz (İlmin kabuğunda kalma, mana özünün kavuşması ol.) İlmin kabuğa benzetmektedir. İlmin mana özüne ulaşması isytenmektedir. 317. Zâhirüñ bâtınına eyle ʻubûr Yeke perle uçabilsün mi tuyûr Bâtın: iç ʻubûr: başka yakaya geçme Per: kanat Tuyûr: kuşlar Yeke: tek (Görünenin içine geç, tek kanatla kuş uçabilir mi?) Zahir ve batın olan bilginin özüne geçmelidir. Manasını görmemek tek kanatla mümkün değil. 318. Hânenüñ zâhiridür cây-ı güzâr Halvet-i bâtınıdur cây-ı karâr Cây: yer Güzâr: geçmek Halvet: yalnız kalma Bâtın: iç Karâr: (Geçen yol evin görünmesidir. Durma yeri tenha kalınan içidir.) Evin görünen yeri yolda geçişidir. Durulan yer tenhalığın içidir. 319. Sâhil-i bahrda olsun mı le’âl Gevher isterseñ eğer kaʻrına da le’âl: inciler kaʻr: çukur (Denizin sahilinde inciler olsun mu, mücevher istersen eğer çukuruna da.) İlim denizde inci gibidir. Mücevher istersen çukurdadır. 320. Sarf u nahv ü ʻArabiyyet lâzım ʻArabî bilmeğe âlet lâzım Sarf u nahv: dilbilgisi Âlet: vasıta (Dilbilgisi ve Arapça lazım. Arapça bilmeye vasıta lazım.) Oğlunun Arapça öğrenmesini istemektedir. 321. Lîk âletle geçürme evkât Bî-te’emmül neye yarar âlât Lîk: lakin, fakat Evkât: vakitler Bî-te’emmül: düşünmeden Âlât: aletler (Ama vasıtayla vakit geçirme, düşünmeden vasıtalar neye yarar?) Düşünmek esastır. Düşünmeden sadece bir vasıtaya müracaat yararsızdır. 322.ʻİlmüñ it cümlesini istihsâl Cümlesin itme velî istiʻmâl İstihsâl: meydana gelme istiʻmâl: kullanma velî: amma, fakat (İlmin hepsini kullan, Cümlesini ama kullanma)   323. Saña kâfîdür ola nakş-ı zamîr  ʻİlmden fıkh u hadîs ü tefsîr Zamîr: iç yüz, kalp (Kalbin resmi sana yeterlidir. İlimden fıkıh, hadis ve tefsir yeterlidir.) Fıkıhi hadis ve tefsiri kalbine nakş ettirrmesi istenmektedir. Önce kalbine sormalıdır. 324. Gayrısın okı velî itme ʻamel Olma pâ-mâl-i daʻâvî vü cedel  pâ-mâl: ayak altında kalmış daʻâvî: dava cedel: münakaşa, tartışma (Başkalarını oku ama amel etme. Davanın ve münakaşanın ayakları altında kalmış olma.) Başka ilim kitaplarını da oku ama amel etme denmektedir. 12b. 325. Fıkhdan eyle ʻibâdâta nazar Eyleme semt-i daʻâvîye güzer Güzer: geçme (Fıkıhtan ibadetlere bir bak. Dava semtine geçme.) Fıkıh öğrenmesi tavsiye edilmektedir. Dava bir semte benzetilmektedir.  Oradan uzak durulması istenmektedir. 326. Naks virmez iki  ʻâlemde saña Bilmemek mes’ele-i beyʻ ü şirâ Naks: eksik beyʻ ü şirâ: alım satım (Alım satım meselesini bilmemek iki alemde sana eksiklik vermez.) Ticaret bilmemek sana ki alemde eksiklik vermez, denilmektedir.   Sonuç olarak, diyebiliriz ki Nabi hikemi tarzı ustalıkla zirveye taşımıştır. Yapılacak çalışmalar bizlere büyük bilgi sağlayacaktır. Dilara Pınar ARIÇ
Ekleme Tarihi: 28 Aralık 2024 - Cumartesi

Nabi'nin Hayriyye'sinden İlim Üzerine Beyitler

İlim öğrenmek Nabi’nin beyitlerinde önem arz etmektedir. Bu yazıda birkaç beyit üzerinde durulacaktır.

296. İlmdür rabıta-i ʻizz ü ʻulâ

ʻİlmdür bâʻis-i temkîn-i safâ

ʻizz ü ʻulâ: yücelik ve ululuk

Temkin: tedbir

Safâ: sevinç

bâʻis: sebep olan

rabıta: bağlılık

(Yücelik ve ululuk bağlılığı ilimdir. Sevinç tedbirine sebep olan ilimdir.)

İlim bir ululuk ve yücelik birlikteliğidir. Mutluluk getiren sebeptir. Bir nevi tedbirdir.

297. ʻİlmdür zâbıta-i câh u celâl

ʻİlmdür râbıta-i birr ü nevâl

Câh: itibar, makam

Celâl: büyüklük, ululuk

Zâbıta: kural, bağ, polis

Birr: iyilik, güzellik, hayır

Nevâl: talih, kısmet

(İtibar ve ululuk polisi ilimdir. Hayır ve talih bağlılığı ilimdir.)

298. ʻİlm bir lücce-i bî-sahildür 

Anda ʻâlim geçinen câhildür

Lücce: engin su

bî-sahil: kıyısı olmayan

( İlim bir kıyısı olmayan engin sudur. Onda alim geçinen cahildir.)

İlim uçsuz bucaksız bir denizdir. Onda alim geçinen yani bildiğini iddia eden cahildir.

299. Cehle Hak mevt didi ʻilme hayât 

Olma hem-hâl-i gürûh-ı emvât

Gürûh: topluluk

Emvât: ölüler

hem-hâl: halleri birbirine benzeyen

(Allah cahilliğe ölüm, ilme hayat dedi. Ölüler topluluğuula aynı halde olma.)

300. Olma mahrûm-ı hayât-ı ebedî

ʻİlm ile fark ide gör nîk ü bedi

 Nîk: iyi

Bedi: kötü

(Sonsuz hayattan mahrum olma, iyi ve kötüyü ilim ile fark et.)

Sonsuz hayattan mahrum etme kendini. İlim ile iyi ve kötüyü ayırt et.

301. ʻİlmüñ envaʻı ile ol mâli

Belki lâzım gele istiʻmâli

envaʻ: çeşitli

mâl: varlık, servet

istiʻmâl: kullanma

(İlmin çeşidi ve o varlığı ol. Belki kullanman lazım gelir.)

İlim hayatta bize yardımcı olan bilgilerdir. Belki bir gün kullanmak lazım gelir, denmektedir.)

302. Bilmek elbetde degül mi ahsen 

Sorsalar ben anı bilmem dimeden

Ahsen: pek güzel

(Bilmek elbette daha güzel değil mi? Sorsalar demeden bilemem)

Bilgi sahibi olmaz daha güzeldir. Eğer sorarsalar deemeden bilemem.

303. Hazretüñ nâsa budur telkîni

“Utlubû’l-ʻilmi velev bi’s-Sîni”

Nâs: insanlar

Telkîn: Fikir aşılama

Utlubû’l-ʻilmi velev bi’s-Sîni:  İlmi taleb edin, Çin’de bile olsa

(Peygamber hazretlerinin insanlara telkini şudur: İlmi talep edin, Çin’de bile olsa)

12a. 304.  İtme ʻâr ogren okı ehlinden

Her şeyüñ ʻilmi güzel cehlinden 

ʻâr: utanma

(Ehlinden oku utanma. Bilmemekten her şeyi bilmek daha güzel.)

Utanmamak gerekir. İlim edinmek ilim öğrenmek bilmemekten daha güzeldir.

305. Cühelâ ʻâlime nisbet hardur

Belki hardan da bile bedterdür

Nisbet: bağlılık, ilgi

Har: diken, eşek

Bedter: daha kötü

(Ey cahil! Alime bağlılık dikendir. Belki eşekten de beterdir.)

Cahile seslenmektedir. Alime bağlılık diken gibidir. Belki de dikenden ve ya eşekten de beterdir.

 

306. Kandedür bî-haber ü kande habîr 

Mütesâvî degül aʻmâ vü basîr

Kande:hani

bî-haber: habersiz

habîr: bilgili

Mütesâvî: eş olan

aʻmâ: körlük

basîr: gören

(Habersiz nerede, bilgili nerede? Kör ile gören bir değil.)

Habersiz ile bilgili olan birbirine benzemez. Kör ile gören aynı değildir.

307. Ne kadar bulsa da ferr ü şevket

Câhile câh ile gelmez rifʻat

Ferr: firar, kaçma

Şevket: büyüklük

rifʻat: yükseklik, yücelik

câh: itibar, makam

(Ne kadar firar ve büyüklük bulsa da cahile makam ile yücelik gelmez.)

Her ne kadar yüce makamı oluşa olsun cahile makam ile yücelik gelmez. Cahil yine cahildir.

308. Cehldür mâye-i şerm ü haclet

Cehldür mûris-zill ü nahbet

Mâye: para, mal, esas

Şerm: utanma

Haclet: utanma, şaşırma

Muris: miras bırakan

Zill: gölge

nahbet: ölüm, ecel

(Utanma ve şaşırmanın esası mayası cehalettir. Gölge ve eceli miras bırakan cehalettir.)

Gölge ve ecelin miras bırakanı cehalettir. Utanma ve şaşırmanın esası  cehalettir, denmektedir.

309. Cehldür âdeme zindân-ı belâ

Ki düşenler göremez rûy-ı rehâ .

Rûy: yüz, çehre

Rehâ: kurbtuluş

(İnsana bela zindanı cehalettir. Buraya düşenler kurtuluşun yüzünü göremez.)

İnsanoğluna cehalet bir zindandır. Bu zindana düşenler kurtuluşun yüzünü göremez.

310. Cehldür mahz-ı ʻadem ʻilm vücûd 

Hiç berâber mi olur bûd ü ne-bûd

Vücûd: varlık

Bûd: var

ne-bûd: yok

mahz: katkısız, sade

ʻadem: yokluk

(Yokluğun esası cehalettir, ilmin varlıktır. Var ile yok hiçbir olur mu?)

Yokluğun esası özü cehalettir, ilmin esası varlıktır. Var ile yok arasında benzerlik yoktur.

311. Matlabuñ eyle maʻâlî-i umûr

Vâdi-i felsefeden eyle ʻubûr

Matlab: talep olunan

Maʻâlî: yüksek

Umûr: işler, hususlar

ʻubûr: bir suyun öbür yakasına geçme

(İşlerin yüksekliğimi talep eyle, Felsefeden öbür yakasına geçir.)

İşinde yükselmeye çalış. Felsefe vadisinden bir yakadan diğer yakaya geçer gibi geç, denmektedir.

312. Olmaya ʻilm kadar emr-i bülend

ʻİlmden görmedi hîç kimse gezend

Bülend: yüce

Gezend: zarar, ziyan, elem

(İlim kadar yüce emir olmaz. İlimden kimse zarar görmedi.)

En yüce emirlerdendir ilim öğrenmek. İlimden kimse zarar görmedi.

313. Ger reʻâyâ vü gerek sâhib-i tâc 

Lâbüd olur ʻulemâya muhtâc

reʻâyâ: bütün halk

Lâbüd: lazım, gerekli

( Eğer bütün halk tac sahibi olması gerekirse alimlere muhtaç olur)

Bütün halk tac sahibi olması için ilim sahiplerinin tedrisinden geçmelidir. Tac sahibi olmak isteyenlerin alimlere ihtiyacı vardır.

314. Şeref-i ʻilme nihâyet yokdur 

Sıfat-ı Bâri’ye gâyet yokdur

Bâri’: Yaratıcı

Gâyet: son

(İlmin şerefinin sonu yoktur. Allah’ın sıfatına son yoktur.)

İlim Allah’ın sıfatıdır. İlmin şerefine son yoktur. Yaratıcı’nın sıfatına son yoktur.

315. Olmayınca mütenâhî maʻlûm

Mümkin olur mı tenâhî-i ʻulûm

Mütenâhî: biten, sona eren

Tenâhî: bitme, sona erme

(Son bilinen olmayınca ilmin sonu mümkün olur mu?)

Sen ilim öğrenmeyi bırakmazsan ilmin sonu gelmez.

316. Kalma kışrında ʻulûmuñ ammâ

Olagör vâsıl-ı lübb-i maʻnâ

Kışr: kabuk

Lübb: iç, öz

(İlmin kabuğunda kalma, mana özünün kavuşması ol.)

İlmin kabuğa benzetmektedir. İlmin mana özüne ulaşması isytenmektedir.

317. Zâhirüñ bâtınına eyle ʻubûr

Yeke perle uçabilsün mi tuyûr

Bâtın: iç

ʻubûr: başka yakaya geçme

Per: kanat

Tuyûr: kuşlar

Yeke: tek

(Görünenin içine geç, tek kanatla kuş uçabilir mi?)

Zahir ve batın olan bilginin özüne geçmelidir. Manasını görmemek tek kanatla mümkün değil.

318. Hânenüñ zâhiridür cây-ı güzâr

Halvet-i bâtınıdur cây-ı karâr

Cây: yer

Güzâr: geçmek

Halvet: yalnız kalma

Bâtın: iç

Karâr:

(Geçen yol evin görünmesidir. Durma yeri tenha kalınan içidir.)

Evin görünen yeri yolda geçişidir. Durulan yer tenhalığın içidir.

319. Sâhil-i bahrda olsun mı le’âl

Gevher isterseñ eğer kaʻrına da

le’âl: inciler

kaʻr: çukur

(Denizin sahilinde inciler olsun mu, mücevher istersen eğer çukuruna da.)

İlim denizde inci gibidir. Mücevher istersen çukurdadır.

320. Sarf u nahv ü ʻArabiyyet lâzım

ʻArabî bilmeğe âlet lâzım

Sarf u nahv: dilbilgisi

Âlet: vasıta

(Dilbilgisi ve Arapça lazım. Arapça bilmeye vasıta lazım.)

Oğlunun Arapça öğrenmesini istemektedir.

321. Lîk âletle geçürme evkât

Bî-te’emmül neye yarar âlât

Lîk: lakin, fakat

Evkât: vakitler

Bî-te’emmül: düşünmeden

Âlât: aletler

(Ama vasıtayla vakit geçirme, düşünmeden vasıtalar neye yarar?)

Düşünmek esastır. Düşünmeden sadece bir vasıtaya müracaat yararsızdır.

322.ʻİlmüñ it cümlesini istihsâl

Cümlesin itme velî istiʻmâl

İstihsâl: meydana gelme

istiʻmâl: kullanma

velî: amma, fakat

(İlmin hepsini kullan, Cümlesini ama kullanma)

 

323. Saña kâfîdür ola nakş-ı zamîr 

ʻİlmden fıkh u hadîs ü tefsîr

Zamîr: iç yüz, kalp

(Kalbin resmi sana yeterlidir. İlimden fıkıh, hadis ve tefsir yeterlidir.)

Fıkıhi hadis ve tefsiri kalbine nakş ettirrmesi istenmektedir. Önce kalbine sormalıdır.

324. Gayrısın okı velî itme ʻamel

Olma pâ-mâl-i daʻâvî vü cedel

 pâ-mâl: ayak altında kalmış

daʻâvî: dava

cedel: münakaşa, tartışma

(Başkalarını oku ama amel etme. Davanın ve münakaşanın ayakları altında kalmış olma.)

Başka ilim kitaplarını da oku ama amel etme denmektedir.

12b. 325. Fıkhdan eyle ʻibâdâta nazar

Eyleme semt-i daʻâvîye güzer

Güzer: geçme

(Fıkıhtan ibadetlere bir bak. Dava semtine geçme.)

Fıkıh öğrenmesi tavsiye edilmektedir. Dava bir semte benzetilmektedir.  Oradan uzak durulması istenmektedir.

326. Naks virmez iki  ʻâlemde saña

Bilmemek mes’ele-i beyʻ ü şirâ

Naks: eksik

beyʻ ü şirâ: alım satım

(Alım satım meselesini bilmemek iki alemde sana eksiklik vermez.)

Ticaret bilmemek sana ki alemde eksiklik vermez, denilmektedir.

 

Sonuç olarak, diyebiliriz ki Nabi hikemi tarzı ustalıkla zirveye taşımıştır. Yapılacak çalışmalar bizlere büyük bilgi sağlayacaktır.

Dilara Pınar ARIÇ

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve habergalerisi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.
startup ekosistemi, karşıyaka haber, ilaçlama, kasko teklifi, malatya araç kiralama, istanbul böcek ilaçlama, hasta yatağı kiralama, mide balonu, ingiltere aile birleşimi sınavı