İlim öğrenmek Nabi’nin beyitlerinde önem arz etmektedir. Bu yazıda birkaç beyit üzerinde durulacaktır.
296. İlmdür rabıta-i ʻizz ü ʻulâ
ʻİlmdür bâʻis-i temkîn-i safâ
ʻizz ü ʻulâ: yücelik ve ululuk
Temkin: tedbir
Safâ: sevinç
bâʻis: sebep olan
rabıta: bağlılık
(Yücelik ve ululuk bağlılığı ilimdir. Sevinç tedbirine sebep olan ilimdir.)
İlim bir ululuk ve yücelik birlikteliğidir. Mutluluk getiren sebeptir. Bir nevi tedbirdir.
297. ʻİlmdür zâbıta-i câh u celâl
ʻİlmdür râbıta-i birr ü nevâl
Câh: itibar, makam
Celâl: büyüklük, ululuk
Zâbıta: kural, bağ, polis
Birr: iyilik, güzellik, hayır
Nevâl: talih, kısmet
(İtibar ve ululuk polisi ilimdir. Hayır ve talih bağlılığı ilimdir.)
298. ʻİlm bir lücce-i bî-sahildür
Anda ʻâlim geçinen câhildür
Lücce: engin su
bî-sahil: kıyısı olmayan
( İlim bir kıyısı olmayan engin sudur. Onda alim geçinen cahildir.)
İlim uçsuz bucaksız bir denizdir. Onda alim geçinen yani bildiğini iddia eden cahildir.
299. Cehle Hak mevt didi ʻilme hayât
Olma hem-hâl-i gürûh-ı emvât
Gürûh: topluluk
Emvât: ölüler
hem-hâl: halleri birbirine benzeyen
(Allah cahilliğe ölüm, ilme hayat dedi. Ölüler topluluğuula aynı halde olma.)
300. Olma mahrûm-ı hayât-ı ebedî
ʻİlm ile fark ide gör nîk ü bedi
Nîk: iyi
Bedi: kötü
(Sonsuz hayattan mahrum olma, iyi ve kötüyü ilim ile fark et.)
Sonsuz hayattan mahrum etme kendini. İlim ile iyi ve kötüyü ayırt et.
301. ʻİlmüñ envaʻı ile ol mâli
Belki lâzım gele istiʻmâli
envaʻ: çeşitli
mâl: varlık, servet
istiʻmâl: kullanma
(İlmin çeşidi ve o varlığı ol. Belki kullanman lazım gelir.)
İlim hayatta bize yardımcı olan bilgilerdir. Belki bir gün kullanmak lazım gelir, denmektedir.)
302. Bilmek elbetde degül mi ahsen
Sorsalar ben anı bilmem dimeden
Ahsen: pek güzel
(Bilmek elbette daha güzel değil mi? Sorsalar demeden bilemem)
Bilgi sahibi olmaz daha güzeldir. Eğer sorarsalar deemeden bilemem.
303. Hazretüñ nâsa budur telkîni
“Utlubû’l-ʻilmi velev bi’s-Sîni”
Nâs: insanlar
Telkîn: Fikir aşılama
Utlubû’l-ʻilmi velev bi’s-Sîni: İlmi taleb edin, Çin’de bile olsa
(Peygamber hazretlerinin insanlara telkini şudur: İlmi talep edin, Çin’de bile olsa)
12a. 304. İtme ʻâr ogren okı ehlinden
Her şeyüñ ʻilmi güzel cehlinden
ʻâr: utanma
(Ehlinden oku utanma. Bilmemekten her şeyi bilmek daha güzel.)
Utanmamak gerekir. İlim edinmek ilim öğrenmek bilmemekten daha güzeldir.
305. Cühelâ ʻâlime nisbet hardur
Belki hardan da bile bedterdür
Nisbet: bağlılık, ilgi
Har: diken, eşek
Bedter: daha kötü
(Ey cahil! Alime bağlılık dikendir. Belki eşekten de beterdir.)
Cahile seslenmektedir. Alime bağlılık diken gibidir. Belki de dikenden ve ya eşekten de beterdir.
306. Kandedür bî-haber ü kande habîr
Mütesâvî degül aʻmâ vü basîr
Kande:hani
bî-haber: habersiz
habîr: bilgili
Mütesâvî: eş olan
aʻmâ: körlük
basîr: gören
(Habersiz nerede, bilgili nerede? Kör ile gören bir değil.)
Habersiz ile bilgili olan birbirine benzemez. Kör ile gören aynı değildir.
307. Ne kadar bulsa da ferr ü şevket
Câhile câh ile gelmez rifʻat
Ferr: firar, kaçma
Şevket: büyüklük
rifʻat: yükseklik, yücelik
câh: itibar, makam
(Ne kadar firar ve büyüklük bulsa da cahile makam ile yücelik gelmez.)
Her ne kadar yüce makamı oluşa olsun cahile makam ile yücelik gelmez. Cahil yine cahildir.
308. Cehldür mâye-i şerm ü haclet
Cehldür mûris-zill ü nahbet
Mâye: para, mal, esas
Şerm: utanma
Haclet: utanma, şaşırma
Muris: miras bırakan
Zill: gölge
nahbet: ölüm, ecel
(Utanma ve şaşırmanın esası mayası cehalettir. Gölge ve eceli miras bırakan cehalettir.)
Gölge ve ecelin miras bırakanı cehalettir. Utanma ve şaşırmanın esası cehalettir, denmektedir.
309. Cehldür âdeme zindân-ı belâ
Ki düşenler göremez rûy-ı rehâ .
Rûy: yüz, çehre
Rehâ: kurbtuluş
(İnsana bela zindanı cehalettir. Buraya düşenler kurtuluşun yüzünü göremez.)
İnsanoğluna cehalet bir zindandır. Bu zindana düşenler kurtuluşun yüzünü göremez.
310. Cehldür mahz-ı ʻadem ʻilm vücûd
Hiç berâber mi olur bûd ü ne-bûd
Vücûd: varlık
Bûd: var
ne-bûd: yok
mahz: katkısız, sade
ʻadem: yokluk
(Yokluğun esası cehalettir, ilmin varlıktır. Var ile yok hiçbir olur mu?)
Yokluğun esası özü cehalettir, ilmin esası varlıktır. Var ile yok arasında benzerlik yoktur.
311. Matlabuñ eyle maʻâlî-i umûr
Vâdi-i felsefeden eyle ʻubûr
Matlab: talep olunan
Maʻâlî: yüksek
Umûr: işler, hususlar
ʻubûr: bir suyun öbür yakasına geçme
(İşlerin yüksekliğimi talep eyle, Felsefeden öbür yakasına geçir.)
İşinde yükselmeye çalış. Felsefe vadisinden bir yakadan diğer yakaya geçer gibi geç, denmektedir.
312. Olmaya ʻilm kadar emr-i bülend
ʻİlmden görmedi hîç kimse gezend
Bülend: yüce
Gezend: zarar, ziyan, elem
(İlim kadar yüce emir olmaz. İlimden kimse zarar görmedi.)
En yüce emirlerdendir ilim öğrenmek. İlimden kimse zarar görmedi.
313. Ger reʻâyâ vü gerek sâhib-i tâc
Lâbüd olur ʻulemâya muhtâc
reʻâyâ: bütün halk
Lâbüd: lazım, gerekli
( Eğer bütün halk tac sahibi olması gerekirse alimlere muhtaç olur)
Bütün halk tac sahibi olması için ilim sahiplerinin tedrisinden geçmelidir. Tac sahibi olmak isteyenlerin alimlere ihtiyacı vardır.
314. Şeref-i ʻilme nihâyet yokdur
Sıfat-ı Bâri’ye gâyet yokdur
Bâri’: Yaratıcı
Gâyet: son
(İlmin şerefinin sonu yoktur. Allah’ın sıfatına son yoktur.)
İlim Allah’ın sıfatıdır. İlmin şerefine son yoktur. Yaratıcı’nın sıfatına son yoktur.
315. Olmayınca mütenâhî maʻlûm
Mümkin olur mı tenâhî-i ʻulûm
Mütenâhî: biten, sona eren
Tenâhî: bitme, sona erme
(Son bilinen olmayınca ilmin sonu mümkün olur mu?)
Sen ilim öğrenmeyi bırakmazsan ilmin sonu gelmez.
316. Kalma kışrında ʻulûmuñ ammâ
Olagör vâsıl-ı lübb-i maʻnâ
Kışr: kabuk
Lübb: iç, öz
(İlmin kabuğunda kalma, mana özünün kavuşması ol.)
İlmin kabuğa benzetmektedir. İlmin mana özüne ulaşması isytenmektedir.
317. Zâhirüñ bâtınına eyle ʻubûr
Yeke perle uçabilsün mi tuyûr
Bâtın: iç
ʻubûr: başka yakaya geçme
Per: kanat
Tuyûr: kuşlar
Yeke: tek
(Görünenin içine geç, tek kanatla kuş uçabilir mi?)
Zahir ve batın olan bilginin özüne geçmelidir. Manasını görmemek tek kanatla mümkün değil.
318. Hânenüñ zâhiridür cây-ı güzâr
Halvet-i bâtınıdur cây-ı karâr
Cây: yer
Güzâr: geçmek
Halvet: yalnız kalma
Bâtın: iç
Karâr:
(Geçen yol evin görünmesidir. Durma yeri tenha kalınan içidir.)
Evin görünen yeri yolda geçişidir. Durulan yer tenhalığın içidir.
319. Sâhil-i bahrda olsun mı le’âl
Gevher isterseñ eğer kaʻrına da
le’âl: inciler
kaʻr: çukur
(Denizin sahilinde inciler olsun mu, mücevher istersen eğer çukuruna da.)
İlim denizde inci gibidir. Mücevher istersen çukurdadır.
320. Sarf u nahv ü ʻArabiyyet lâzım
ʻArabî bilmeğe âlet lâzım
Sarf u nahv: dilbilgisi
Âlet: vasıta
(Dilbilgisi ve Arapça lazım. Arapça bilmeye vasıta lazım.)
Oğlunun Arapça öğrenmesini istemektedir.
321. Lîk âletle geçürme evkât
Bî-te’emmül neye yarar âlât
Lîk: lakin, fakat
Evkât: vakitler
Bî-te’emmül: düşünmeden
Âlât: aletler
(Ama vasıtayla vakit geçirme, düşünmeden vasıtalar neye yarar?)
Düşünmek esastır. Düşünmeden sadece bir vasıtaya müracaat yararsızdır.
322.ʻİlmüñ it cümlesini istihsâl
Cümlesin itme velî istiʻmâl
İstihsâl: meydana gelme
istiʻmâl: kullanma
velî: amma, fakat
(İlmin hepsini kullan, Cümlesini ama kullanma)
323. Saña kâfîdür ola nakş-ı zamîr
ʻİlmden fıkh u hadîs ü tefsîr
Zamîr: iç yüz, kalp
(Kalbin resmi sana yeterlidir. İlimden fıkıh, hadis ve tefsir yeterlidir.)
Fıkıhi hadis ve tefsiri kalbine nakş ettirrmesi istenmektedir. Önce kalbine sormalıdır.
324. Gayrısın okı velî itme ʻamel
Olma pâ-mâl-i daʻâvî vü cedel
pâ-mâl: ayak altında kalmış
daʻâvî: dava
cedel: münakaşa, tartışma
(Başkalarını oku ama amel etme. Davanın ve münakaşanın ayakları altında kalmış olma.)
Başka ilim kitaplarını da oku ama amel etme denmektedir.
12b. 325. Fıkhdan eyle ʻibâdâta nazar
Eyleme semt-i daʻâvîye güzer
Güzer: geçme
(Fıkıhtan ibadetlere bir bak. Dava semtine geçme.)
Fıkıh öğrenmesi tavsiye edilmektedir. Dava bir semte benzetilmektedir. Oradan uzak durulması istenmektedir.
326. Naks virmez iki ʻâlemde saña
Bilmemek mes’ele-i beyʻ ü şirâ
Naks: eksik
beyʻ ü şirâ: alım satım
(Alım satım meselesini bilmemek iki alemde sana eksiklik vermez.)
Ticaret bilmemek sana ki alemde eksiklik vermez, denilmektedir.
Sonuç olarak, diyebiliriz ki Nabi hikemi tarzı ustalıkla zirveye taşımıştır. Yapılacak çalışmalar bizlere büyük bilgi sağlayacaktır.
Dilara Pınar ARIÇ