Türkiye Misak-ı Milli sınırlarına göre kurulmuş olsaydı, yıllık 56 Milyar USD olan enerji ithalatı olmayacağı gibi, ülkemize son 30 yıldır 300 Milyar USD kaybettiren terör konusu ile de belki hiç karşılaşılmayacaktı.
Enerji arz güvenliği en önemli konu olan AB, Türkiye’yi topraklarında bulunan petrol kaynaklarından ötürü bekletemeyeceği gibi, Rusya’ya karşı en büyük alternatifi Türkiye olacaktı...
Misak-ı Milli’nin birinci maddesi,
Türkiye’nin güney sınırlarını belirliyordu.
Buna göre mütareke hattı esas alındığında Musul,Kerkük diğer tarafta Hatay Anadolu’nun ayrılmaz bir parçasıydı.
1924 yılında Mustafa Kemal Musul’a asker göndermeyi ve bölgeden İngiliz’leri çıkarmayı planlıyordu.
Mustafa Kemal Musul'dan vazgeçmeyi düşünmemişti..
Mustafa Kemal, Musul'u, Türk toprağı olarak görmüş ve Irak'taki İngiliz mandasını tanımamıştır.
Nitekim 25 Aralık 1922'de Le Journal gazetesi muhabiri Paul Herrior'a Çarıkava'da verilen beyanatta, Musul konusundaki kesin ve kararlı aymnı zamanda gayet açık olan düşüncelerini şu şekilde dile getirmiştir:
"Musul vilayetinin milli sınırlarımıza dahil araziden olduğunu defalarca ilan ettik. Lozan'da bugün karşımızda duranlar bunu gayet iyi bilirler.
Vatanımızın sınırlarını tayin ettiğimiz zaman büyük fedakarlıklara katlandık. Menfaatlerimize aykırı olmakla beraber barışçı bir üslupla hareket ettik.
Artık milli arazimizden en ufak bir parçası Türkiye'den koparmaya çalışmak pek haksız bir hareket olur.
Buna kesinlikle olur vermeyeceğiz.
"Yine 1Ocak 1923'te Arifiye'de yaptığı bir konuşmada Mustafa Kemal, J.ozan Konferansı'nın devam ettiğini, düşmanların çok çetin olduğunu ve Türkiye'yi bir sömürge haline getirmeye uğraştıklarını anlatmıştır.
Fakat bu hususta Türkiye'nin hayatına kastedecek bir hareket halinde orduların, hukuk-ı müdafaaya hazır olduğunu bildirmekten cekinmemiştir. Ardından da barışı arzu ettiğini eklemistir.
Konuşmasını, "Evvela sulhperver olduğumuz için sulhu arzu ediyoruz. Saniyen, mütemadi muharebeler dolayısıyla memleket sulhe, tanzim ve imara çok muhtaçtır.
Fakat sulh olmayacak olursa yine mücadeleleye devam edecek ve mutlaka memleket için elzem olan neticeyi elde edeceğiz" şeklinde tamamlayarak İtilaf devletlerinin tavrı karşısında boyun eğmeyeceklerini, istediklerinin ise sadece kendi meşru hukuklarının kabulü olduğunu belirtmistir.
Bu sözler uluslar arası alanda Türkive'nin kendi duruşunu ortava kovması bakımından dikkate değer olarak alınması ve bir bakıma aktüel Türk dış politikası için de milli duruşun ne olması gerektiğine dair ifadelerdir.
30 Ocak 1923'te İzrnir'de Mustafa Kemal tarafından İzmir basın mensuplarina verilen bir demeçte "Musul vilayeti Türkiye devlerinin milli sınırları içerisindedir.
Buralarını anavatan Türkiye'den koparıp şuna buna hediye etmek hakkı kimseye ait olamaz.
Cemiyet-i Akvam ile bu meselenin münasebeti yoktur" ifadelerini kullanmıştır
Nitekim 13 Ekim 1922'de Amerikan yazarlarından Richard Danin'e verilen ve Figaro gazetesinde yayınlanan fakat Türkiye'de Açıksöz gazetesinde alıntılanan bir demeçle!",
"İstanbul'u almak ye Üsküdar üzerine yürümek istediğinizi temin ediyorlar. İhraz ettiğiniz büyük zaferden (Başkumandanlık Meydan Savaşı) sonra projeleriniz nedir?" şeklinde sorulan soruya Mustafa Kemal, düşüncelerini gayet kesin ve tavizkar bir tutum almadan ifade etmiştir.
"Bütün Türk toprakları kurtulmadıkça durmayacağım" dedikten sonra Türk toprakları sözünü de, "Avrupa'da, İstanbul ve Meriç'e kadar Trakya, Asya'da Anadolu, Musul arazisi ve Irak'ın yarısı" şeklinde tanımlamıştır.
***
PEKİ NELER OLMUŞTU?
İngilizlerin desteklediği Yunan ordusu 150-200 bin askerini ve silahlarının %70 ini Anadolu’da bırakarak kaçmıştı.
İngiltere’de Lloyd George hükûmeti istifa etmek zorunda kalmıştı ve Musul’da Türk ordusu karşısında direnmeleri mümkün değildi.
Ancak Doğu Anadolu’da ilk önce Nasturi Ayaklanması daha sonra ŞeyhSaid İsyanı çıktığı için harekât yapılamadı.
Musul kuvvetleri çıkan isyanları ancak bastırabildi.
19 Mayıs 1924 tarihinde Türkiye ve İngiltere arasında düzenlenen İstanbul Konferansında,
Türk tarafı Musul’un tarihi olarak daima Osmanlı toprağı kaldığını ve Birinci Dünya Savaşı sonunda da bu durumun değişmediğini, vilayetin nüfusunun üçte ikisinin Müslüman Türk ve Kürtlerden oluştuğu bu durumda tarihi, askeri ve etnik gerekçelere göre Musul'un Türkiye sınırları içinde olması gerektiğini savundu.
İngiliz tarafı Türk Devletinin isteğini kesinlikle reddetmesi üzerine İstanbul Konferansı dağıldı.
Anlaşmazlık, Milletler Cemiyeti’ne götürülünce de ,Türk tarafı yine İstanbul Konferansındaki tezlerini tekrarladı.
Referandum yapılmasını istendi.
İngiltere bölge halkının bilinçsiz olduğunu bildirerek plebisit isteğini de reddetti.
(Plebisit :Devletler hukukunda bir ulusun hangi devlete bağlanmak istediğini belirtmesi için başvurulan oylama)
Konuyu araştırmak için Milletler Cemiyeti’nde bir komisyon kuruldu ve çözümlenemedi.
Ancak İngilizler’in Musul’u işgal etmeleri askeri anlamda bir statü değişikliğinden başka bir anlam taşımayacaktı.
Musul’u işgal ettiler, fakat bölgeye hâkim olamadılar.
Bölgedeki aşiretleri kontrol altında tutma konusunda başarısız oldular.
Kerkük ve Süleymaniye halkı İngiliz himayesine karşı direnişe geçti.
Arap veya Türkmen olsun,tüm Müslüman kabileler İngilizler’e vergi vermekte direnmişler, sık sık karşı eylemler düzenlemişlerdir.
Musul halkı, Ankara’da ilk Meclis’in açılmasıyla güçlenen Millî Mücâdele hareketine de destek vermiştir.
Mim Kemal Öke; İngiliz arşivlerine dayanarak Musul’daki Arap’ların İngiliz himayesindeki Kral Faysal’a değil de, Anadolu’daki Milli Mücadele hareketine dayanmayı tercih ettiklerini ifâde etmektedir.
Musul halkının tüm unsurlarının yeni kurulan Ankara hükümetine karşı gösterdikleri bu sadakat karşısında Ankara da duyarlı davranmıştır.
Gazi’nin 1 Mayıs 1920 tarihinde B.M.M.’nde yaptığı konuşma, Musul konusundaki düşüncesini ve savunduğu politikayı açık bir şekilde ortaya koymaktadır:
Gazi;
“Hep kabul ettiğimiz esaslardan birisi ve belki birincisi olan hudut meselesi tayin ve tespit edilirken, Hudud-u millîmiz, İskenderun’un güneyinden geçer, şarka doğru uzanarak Musul’u, Süleymaniye’yi, Kerkük’ü ihtiva eder.
İşte hudud-u millîmiz budur dedik!”
Mustafa Kemal Paşa ve Ankara hükümeti, Musul konusundaki bu kararlılığı Lozan’a kadar olan süre içinde çeşitli vesilelerle gösterdi.
İngilizler’in Ocak 1921’de Erbil ve Revanduz arasında bulunan ve Ankara Hükümeti’ni destekleyen “Sürücü Aşireti”ne saldırmaları üzerine Mustafa Kemal Paşa, Millî Müdâfaa Vekâleti’ne çektiği telgrafla Revanduz bölgesine asker gönderilmesini istedi.
Bu görev Kaymakam ve Milis Yarbay Özdemir Bey’e verildi.
Özdemir Bey, kuvvetleriyle başlangıçta bölgede oldukça önemli başarılar elde etti.
Özdemir Bey’in Revanduz’da kazandığı başarı, bölgedeki halk ve aşiretler üzerindeki nüfuzu Türk Genelkurmayı’nı Musul’un kurtarılması için bâzı askerî tedbirlerin alınmasına sevk edecekti.
Fevzi Paşa 7 Eylül 1922’de El-Cezire Cephesi Kumandanlığından, Musul’a taarruz için gerekli hazırlıkların yapılmasını dahi istedi.
Ankara daha Lozan’ın başlamasından önce Musul’un gerekirse silah yoluyla kurtarılması için İngilizler’e karşı bir harekâtı göze almıştı.
Kuşkusuz Musul halkının işgalci İngilize karşı Ankara’nın yanında yer alması, böyle bir harekatın hem nedeni hem de haklı gerekçesiydi.
Ancak Türk Kuvvetleri’nden bir kısmının Batı Cephesi’ne kaydırılmak zorunda kalınması, daha sonra Lozan bunun gerçekleşmesine engel oldu.
Lozan Konferansı’nda üzerinde en çetin tartışmaların yürütüldüğü konu ise “Musul Meselesi” oldu.
Türkiye için hayatî bir öneme sahip olan Musul, I. Dünya Savaşı’nın galibi olarak Lozan Konferansı’na egemen olan İngiltere için de gerek zengin “petrol kaynakları” ve gerekse “Hindistan yolunun emniyeti” bakımından ele geçirilmesi zorunlu görülen stratejik ve ekonomik öneme sahip bir bölgeydi.
Türkiye ise, haklı olarak, Misâk-ı Millî’nin vazgeçilmez bir parçası olan ve üzerinde yaşayan insanların da kendisiyle dil, din, kültür ve tarih bağlarıyla bağlı olduğu Musul vilayetine sahip olmak istiyordu.
Lozan’a giden Türk heyetinin başında olan İsmet Paşa, gerek T.B.M.M.’de yaptığı konuşmada gerekse Sapanca’da trende iken gazetecilere verdiği demecinde Türk heyetinin amacının Misâk-ı Millîyi gerçekleştirmek olduğunu ısrarla vurgulamıştı.
Prof. Dr. Metin Hülagü,
Abdülhamit tahttan indirilmeden önce Musul-Kerkük gibi petrol olan bölgeleri özel mülkiyet yaptığını söyledi.
Uluslararası hukuka göre bu topraklar işgal edilse bile kişi mülkiyetine dokunulamayacağını belirten Hülagü,
“Bu tür mallar geri alınabilir”
Prof Metin Hülagü bu konuda Türkiye'ye yeni bir ufuk açmış, yeni bir yol göstermiş oluyordu.
Lozanda Türk tezinin dayandığı temel noktalardan biri etnik sebeplerdir.
Musul nüfus, 503.000 kişi olarak gösterilmiş, çoğunluğun Türk olduğu vurgulanmış ve bölgenin Anadolu’dan ayrılamayacağı belirtilmişti.
İsmet Paşa son resmî Türk istatistiklerine dayanarak Musul’u meydana getiren unsurları şu şekilde göstermiştir:
Özetle bugün,
Türkiye’nin bulunduğu ekonomik durum olsun, terör sorunu olsun Şeyh Said’in ayaklanması, Musul kuvvetlerinin de, bu bölgeye yollanmasının sonucudur.
1924 de askeri yöntemle çözülecek Musul-Kerkük meselesi kürtlerin kışkırtılıp ayaklanmasıyla askıya alınmış ve en sonunda da masada kaybedilmiştir. .
Mustafa Kemal'in yakalandığı ölümcül hastalık Musul konusunda düşüncelerini gerçekleştirmesine imkan vermemiştir.
Kürtler iddia edildiği üzere Çanakkale'de omuz omuza olmadığı gibi Musul - Kerkük’ü kaybetmemize ve şu anda dahi kan dökülmesine sebeptir..
Tüm bunlar devlet arşivleriyle sabitken bugün yine Misak-ı Milli sınırlarımız yine aynı emperyalist oyunlar ile siyasete terör bulaştırmış siyasetçiler eliyle aynı etnik topluluk kullanılmaktadır.
Zengin “petrol kaynakları” bakımından ele geçirilmesi zorunlu görülen stratejik ve ekonomik öneme sahip bu bölgede kesin hakimiyet kurulmadan bu savaş bitmeyecektir...
O yüzdendir ki, siyaseten bir kaç oy uğruna verilen tavizlerde ÖZERKLİK tehlikeli bir söylemdir.
Aksine Musul ve Kerkük üzerindeki haklarımızın arkasında durmalı Atatürk'ün göstermiş olduğu azim ve kararlılıktan taviz verilmemelidir.
KERKÜK TÜRK'TÜR TÜRK KALACAK!
Saygılarımla,
@Kayberen__