Türkiye'de son on yılda hem kamuoyu anketleri hem sokak röportajları hem de sosyal medya paylaşımları, toplumda resmi enflasyondan farklı bir enflasyon yaşadığın hisseden önemli bir kesim olduğunu ortaya koyuyor.
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK)’nun her ay ve her yılsonunda açıklamakta olduğu TEFE, TÜFE gibi değerler ülkemizde son beş yıldır pek inandırıcı bulunmamaktadır.
Vatandaşın pazarda ve markette alışveriş yaparken karşılaştığı enflasyon üstü etiket rakamları daha çok inandırıcı olmakta olup alım gücünü sürekli düşürmektedir.
Ülkemizde ekonomi ve yaşam enflasyonunu ölçme görevi olan Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) yetkilileri bu durumun nedeniyle ilgili şu açıklamaları yapmakta: TÜFE, yaşam maliyeti endeksini ölçmüyor. Yaşam maliyeti endeksinin amacı, sabit bir yaşam standardını sürdürürken tüketicilerin yaşadığı fiyat değişikliklerini ölçmektir.
TÜFE, sabit bir mal ve hizmet sepetinin maliyetindeki değişikliği ölçüyor. Yaşam maliyeti endeksi ise sabit bir refah düzeyinin maliyetindeki değişikliği ölçer. TÜİK'e göre, tüketici fiyatları 2023 yılı nisan ayında bir önceki aya göre yüzde 2,39, bir önceki yılın aralık ayına göre yüzde 15,21, bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 43,68 ve on iki aylık ortalamalara göre yüzde 67,20 arttı. Vatandaşlarımızın markette, çarşıda, pazarda gördüğü gerçek enflasyon oranlarından oldukça düşükte olsa genel ekonomik göstergeler içerisinde yine de çok yüksektir.
ÜFE ile TÜFE arasında bulunan ve aylardır kapanmayan makas da kamuoyunda sürekli gündemde olup gerek ekonomistler gerekse vatandaşlar arasında tartışma konusu olmaktadır.
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) yetkilileri bu eleştirilerle ilgili sorumuzu yanıtlarken öncelikle bu durumun 2021 yılı başından itibaren tüm dünyada yaşandığı belirtip; Fransa, Almanya, Japonya ve Rusya'yı örnek gösteriyor.
Ekonomi alanında yetkin ekonomistler ise; iki endeksin yapısının farklı olduğunu ve ÜFE'nin TÜFE'ye hiçbir zaman eş zamanlı olarak yansımadığını belirtiyor. Ayrıca hem Türkiye hem de dünyada ÜFE'nin TÜFE'ye göre daha yüksek olmasının; son dönemde işyeri enerji fiyatlarındaki artış, emtia fiyatlarındaki yükseliş ve pandemiyle birlikte tedarik zincirlerinde yaşanan sorunlar gibi nedenlere bağlı olduğunu savunuyor.
Ülkemizde kur artışını önlemek için hayata geçirilen “Kur Korumalı TL Vadeli Mevduat Hesabı” mevduat koruma ve kur artışıyla oluşacak mevduat kaybına karşı verilen garantiden sonra dolar kuru 18 TL iken 12 TL bandına düşmüştü.
Bu düşüş üretim ve ihracattan gelen güç ile olan bir düşüş olmadığı için dolar kuru tekrar yükselmeye başladı. Dolar kurunun önlenemeyen artışına T.C. Merkez bankası para ve faiz politikaları ile sık sık müdahale ediyor olsa da engel olamıyor.
Mevcut ekonomik göstergeler bize ekonominin sadece veriler ve müdahaleler ile yönetilmediğini açıkça göstermektedir. Yaşamakta olduğumuz kötü ekonomi gidişatının ve yüksek enflasyonun temel sorunu ekonomi verileri değil ekonomideki güvensizlik olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.
Başta ekonomi yönetiminde olanlara, merkez bankası yönetimine ve ülkemizdeki kamu kurumlarına vatandaşın güveni kalmadığı gibi ekonominin canlanması için gerekli olan yabancı yatırımcılarının da güveni kalmamıştır.
Ülkemizde yaşayan vatandaşlarımız sürekli artan zamlardan ve ekonomik gelişmelerden tedirgin durumda olup, iş insanlarımız önlerini görmemekten dolayı üretime yönelik kararlar alamadıklarından yakınıyorlar.
T.C. Merkez Bankasının böyle bir ortamda sürekli faizi indirmeye ve baskı altında tutmaya çalışması ekonomimizi dibe çekmektedir. Tüm ekonomi alanında söz sahibi ekonomistler ülkenin bulunduğu böyle bir ortamda sürekli faiz indiriminin kabul görmeyeceği yönünde ortak görüşler ortaya koymaktadır.
Bu kötü ekonomi gidişatından bir an önce çıkmak için önce beton ve asfalt ekonomisinden vazgeçilmeli, yönümüzü üretime ve yüksek katma değerli teknoloji üretimine çevirmeliyiz.
Her türlü üretime ağırlık verme yanında kredi, kur ve faiz ekonomik göstergelerine ekonomi yönetimlerince yukarıdan müdahale edilmeden üretimin artması için ihtiyaç olan güven ortamı bir an önce oluşturmalıdır.