Topluluklar toplum, toplum da devlet boyutuna geçmeye başladıkça, ortaya güç ve gücün kullanma zorunluluğu çıkar. Bu yüzden de bir çok filozof, devleti kendi yaşadıkları toplum durumlara göre tanımlamışlar, işlevi ve görevlerini de o günden, geleceğe dönük felsefi çözümlemelerle yapılmışlardır.
Örneğin Platon devleti, “birlikte yaşama zorunluluğundan doğan” bir yapı, organizasyon olarak tanımlar.
Aristoteles ise, ideal toplumunun, orta sınıfın hakim olduğu, ortak bir refah düzenine sahip yapı olmasını; adalet, toplumsal uyum gibi erdemlerin, devlet tarafından teşvik edilmesi gerektiğini savunur.
Thomas More, "Ütopya" adlı eserinde ideal toplum, eşitlikçi bir komünist düzeni tanımlar ve toplum, ortak mülkiyet ve eşit yurttaşlık temelinde örgütlenmelidir, der.
Hobbes da Devleti, gerek toplum içindeki, gerekse de toplumların birbirleri ile olan sorunlarını çözüldüklerinde, savaşların da sona erdirilmesine yarayacağını düşünür.
Jean-Jacques Rousseau, toplumun insan doğasına uygun, doğal bir durumda olduğunu savunsa da, ideal toplum, insanların doğal özgürlüklerinin korunması ve ortak bir iradenin olması gerektiğini düşünür, Toplum Sözleşmesi yapıtında da bunun bozulduğunu görerek şöyle isyan eder:
"Tarihte ilk kez bir toprak parçasının çevresini çitle çevirip 'Burası benimdir' diyen ve buna inanacak kadar saf olan insanlar bulabilen ilk insan, uygar topluluğunun ilk kurucusu oldu. O zaman biri çıkıp, çitleri söküp atacak ya da hendeği dolduracak, sonra da insanlar 'Sakın dinlemeyin bu sahtekârı. Meyveler herkesindir. Toprak hiç kimse değil. Ve bunu unutursanız mahvolursunuz' diye bağırsaydı, işte o adam, insan, evinde kalacak, suçlardan, savaşlardan ve cinayetlerden kurtulacaktı", der.
Osmanlı Beyliği'nin kurucusu Osman Gazi'ye, Şeyh Edebali'nin öğüdü: "İnsanı yaşat ki devlet yaşasın"!.. İnsanı önceleyen ve İnsanın devlet için, devletin de insan için önemini anlatan en güzel sözdür.
Karl Marx için ideal toplum ise, sınıfsız bir toplumdur. Marx'a göre, kapitalist sistemdeki sınıf mücadelesinin sonucunda proletarya diktatörlüğüyle kurulacak bir komünist toplumun, insanların gerçek potansiyellerini gerçekleştirebilecekleri ideal bir düzen olacağını, tanımlar.
Montesquieu'nun Devlet konusunda ki görüşü, günümüz dünyasının Devlet ve Demokrasi görüşüne en yakın görüştür. Çünkü, Yasama, Yürütme ve Yargı birer güçtür, bu güçlerinin yurttaşların ve birbirlerinin özgürlükleri kısıtlamamak için yine birbirini denetlemeleri gerektiğini savunur.
Geçmişte ki filozofların içinde Cicero, devleti demokrasi süreci ile birlikte ele alır; yurttaşların kaderci ve olaylara seyirci olmamaları gerektiğini düşünür; "Hava güneşliyken seyir almak kolay olabilir ama asıl maharet devlet gemisini, fırtınalı havada alabora olmaktan kurtarmaktır. Halk, devletin iyi yönetilmesini istiyorsa, iyi nitelikli adamları seçmelidir", der!..
NOKTA!..
Buraya kadar Devlet kavramını ve gerekliliğini gördük; şimdi de Demokrasi ve Siyasetin süreçlerinin ne olması gerektiğine göz atalım.
Fransız Devrimine kadar Devlet, Demokrasi ve Siyaset/Politika genel kavramlar olarak olsa da, seçkin ve gücü elinde bulunduran sınıf ve güçlerin, yönetsel güç ve kaynakları paylaşmayı sağlayan bir süreçti.
Antik çağda Tiranlıkta da yöneticiler seçim ile iş başına gelirler ama sadece soylular ile asillerin seçme ve seçilme hakları vardır. Asillerin ve devamında da Burjuvazinin yönetim süreçlerinin başında olması, üretim araç ve gereçlerine de sahip olmalarını sağlamış, devlet yönetimini ellerinde bulundurmalarından dolayı da, mal, mülk ve sermayeye sahip olmuşlar, kendi Kapitalist sistemlerini kurmuşlardır.
Kapitalist Burjuva sınıfının hakim olduğu, denetlediği yörelerdeki kaynakların sınırlı olmasından dolayı, zamanla kapitalist sistem bunalıma düşmüş ve bu da dünya çapında kriz ve savaşlara neden olmuştur.
1900'lü yıllara gelinince hat safhaya çıkan sıkıntı ve sorunlar bunalıma dönüşmüş ve I'inci Dünya Savaşı, 28 Temmuz 1914'de sermaye sahibi Kapitalist Ülkeler arasında, Avrupa, Kafkasya, Amerika, Orta Doğu, Afrika ve Asya'nın bazı bölgelerinde uyguladıkları emperyal politikalar yüzünden yaşanmıştır.
1'inci Dünya Savaşı, İngiltere, Fransa, Sırbistan ve Rusya İmparatorluğu'nun oluşturduğu (sonra İtalya, Yunanistan, Portekiz, Romanya ve ABD'nin katıldığı) İTİLAF DEVLETLERİ ile, Almanya ve Avusturya-Macaristan'ın oluşturduğu (sonra Osmanlı İmparatorluğu ve Bulgaristan'ın katıldığı) İTTİFAK DEVLETTLERİ arasında yaşanan bir PAYLAŞIM SAVAŞIDIR.
Savaş, tarafların bütün askeri ve ekonomik kaynaklarını yok etmiş, sonunda da Almanya, Rusya, Avusturya-Macaristan ve Osmanlı İmparatorlukları tarihe karışmıştır.
Kapitalist sistemin hakim gücü olarak Amerika, Avrupa'da küçük etnik parçalar halinde devlet sınırları çizilirken, Osmanlı Toprakları üzerinde de İngiliz ve Fransızların cetvelle çizdikleri devletler ortaya çıkmış, petrol ve maden kaynakları İngilizlerin denetimine geçmiştir.
Sanayi Devrimi ve sömürgecilik sonucunda ekonomik pozisyonlarını güçlendiren İngiltere, Fransa, italya ve Rusya ile birlikte, savaşa sonradan giren ABD, Birinci Dünya Savaşının;
Almanya'nın savaştan 1945'de çekilmesi, Japonya'nın teslim olması sonucunda da, ABD, Sovyetler Birliği ve İngiltere başta olmak üzere Müttefik Devletler de İkinci Dünya Savaşı'nın kazananı olmuşlardır.
(Devam Edecek)