Sayıları saymasını öğrendik de, sayıları insanların yüreğine yerleştiremedik. Dünyanın tarihine bakanların kimisi, Dünyanın yaşının binlik, kimisi milyonluk, kimisi de milyar yıllık olduğunu söyler.
Güngörmüş birisi için binlik dünyada yaşasan ne olur, milyar yıllık bir Dünya'da yaşasan ne olur.
İnsanın en ilginç tarafı da, kendini beğenmesi imiş.
İyi ki de ne dediğini bilenler var da, kendilerinden sonralara bıraktıkları iki kelam olmuş ve kalmış.
"İnsan Kendini Beğenmezse Çatlar (Ölür)"!.. Buyurun, kibir ve kendini beğenmişlik daha hangi söz ile bu kadar güzel anlatılılabilir ki!..
Hele atışın serbest olduğu, kimsenin kimseyi gale aldığı pek önemsenmeyen sanal ortamlarda, "Ağzı olan" her yerde, her şekilde konuşuyor.
Anlatıya göre bir gün Yunus, Hacı Bektaş-ı Velî’den buğday istemeye gelir. Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli de, Yunus'a, buğday değil de, "NEFES" vermeyi teklif eder!.. Yunus buğdayda buğday diye diretir.
Derdini anlatamayan Hünkar, Yunus'un istediği kadar buğday verilmesini emreder. Buğdayı alan Yunus yolda düşünür, acaba Hünkar ne dedi de ben atladım (demek ki insanlar eskiden, düşünürler miş)!.."
"Nasip sundular, alacacağım her çekirdek başına on nefes verdiler, razı olmadım. Olmayacak iş ettim, gafil oldum. Bu buğday bir nice gün içinde tükenir, nefes ise, ölünceye dek tükenmez. Ola ki, himmet ettikleri nasibi vereler” diye düşünmeye başlar, sonunda da dergaha geri döner ve:
"Buğday gerekmez o himmet olunan nasibi versinler" der.
Yunus'un bu sözleri Hünkâr’a iletilir, o da:
“Biz o kilidin anahtarını Tapduk Emre'ye verdik, varsın
nasibini ondan alsın”, der.
Ahi Evran (Yunus Emre), Anadolu'da Hacı Bektaş-ı Veli ve Tapduk Emre ile aynı dönemde yaşamışlardır. Onun keramet sahibi olduğunu bildiği için bu dönüş maddi bir beklentiden (buğday) çok onunla tanışmaya, ilişki kurmaya gitmesidir.
Hünkar'ın Yunus'un içine attığı, aklına yerleştirdiği elindeki varlık olan buğdayı değil, eksik olan aşk, "nefes” ateşi idi.
Yunus bu eylemi ile, yaşamındaki ontik (varolan herşey, kendini anlamaya elverişli hale getirmek) eksikliği, Tapduk Emre Dergahında gidermeye, doldurmaya çalışacaktır.
Yunus Emre (Ahi Evren) olsun, Hacı Bektaş-ı Veli olsun bunlar 13'üncü yüzyılda yaşamışlardır. Düşünmek ve bilmek o günler için bile ne kadar önemli. Siz Yunus Emre olacaksınız ve Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli ve Taptuk Emre'nin dergahına yol yordam, ilim/bilim öğrenmeye gidecek ve orada kapıda olmayı kabul edeceksiniz.
Neden ortalıkta o kadar Kifayetsiz Muhteris dolaşır sizce?
Yanıt yine Yunus'dan:
"İlim ilim bilmektir, İlim kendin bilmektir!…"
Günümüz insanı artık kendini düşünmeyi unutmuştur, bunun farkında değildir. Bencildir, doğru ama bu yönlendirilmiş bir bencilliktir, en sonunda da kendini yok eder, onu bu yola sokanların yaşamasına fırsat sağlar.
Ülke batıyor, dünya savruluyor, herkes kendi çıkarını önecelemeye başlamış. Birileri, birilerinin önlerine iki parca şey atılıp, "Mal da yalan, mülk de yalan, al biraz da sen oyalan!.." diye düşürdüklerine ne gülüyorlardır ama!..
Artık insanlar kendilerini unuttu. Kendilerine yakışanı değil de, tezgahtarın satışı için övdüğünü satın almaktadır, tıpkı siyasi ve sosyal seçimleri gibi. Bir önceki dönem seçip, anımsanan, kaç kişi var; ayrıca dün seçtiklerini anımsayan kaç kişi var!..
Komik bir dünyada yaşıyoruz vesselam.
Dün oralarda bunlar söylenmiştir ama bu denilenleri, o dergaha oturanlardan anlayan olur mu acaba:
"Yani benim güzel annem/ Ala şafağında ülkemde yıldız uçurmak varken/ Oturup yıldızlar içinde kendi buruk kanımı içtim/ Ne garip duygu şu ölmek/ Öptüğüm kızlar geliyor aklıma/ Bir açıklaması vardır elbet giderken darağacına!.." diyen Ahmet Kaya'yı anlamadan dinleyenlerin olduğu ülkede!..
Sahiden ya, biz kime ne diyoruz, Allah aşkına!..
İbrahim Uysal