Şüphe insanın içini kemirir.
Samuel bu hikayede eksik bir şeyler hissediyordu. Jacop’a kızmıyordu. O dostluk yapmaya çalışıyordu, karısı hastaydı ve yardıma ihtiyaçları vardı.
Yemek yedikten sonra Jacop’la birlikte çiftlikte dolaşmaya karar verdiler. Sık ağaçlar arasında yürürken eşi hakkında konuştular. Durum hiç iç açıcı değildi. Gerekli ilaçlar ile ilgili konuşmak için eşi için yaptırdığı kamelyaya doğru yürüdüler. Kış için hazırladığı odun çuvallarına kenara doğru çekti. Evin terasından çıkıp kamelyaya doğru taştan bir yol yapmıştı, taş yol buyunca yeni ektiği çiçekleri Jacop’a göstermek istiyordu.
“Çok güzel olmuş dostum. Flora gördü mü peki.”
“Evet, dün akşam kamelya da çay içtik. Mutlu oldu… Ama bu akşam… Hep böyle mi devam edecek?”
“Aslında, dürüst olmak gerekirse bir süre daha iyi olacak. Ama sonra hastalık ilerledikçe yatağa bağımlı hale gelecek. Bu süreci Bella’da bilmeli ve hazırlıklı olmalı.”
Samuel, kızının geldiğini fark etmişti. Taşlı yoldan yürüyordu. Elindeki tepside üç kadeh ve Jacop’un yemek davetinden sonra içilmesi için getirdiği şarap vardı. Bella annesi gibi incecik narin bir kızdı. Gözleri babası gibi hareli yeşildi, saçları kızıl ışıltılı gür ve uzundu. Bembeyaz bir teni vardı, şeftali çiçeğini andıran teniyle, geniş omuzlarını açıkta bırakan askılı mor elbisesiyle adeta masal kızlarını andırıyordu. Lise eğitimini tamamlamıştı. Çiftlikte çalışmayı seviyordu. Tavuklardan yumurta toplama ve ineklerden süt sağma işi onundu. Anne ve babasına yardım etmekten zevk alıyordu.
“Kızım bilmesin Jacop, henüz ben bile hazır değilken…”
“Nasıl istersen ama çok geç kalma bence.”
“Şarabımız geldi, neyi kutluyoruz?”
“Jacop’la dostluğumuzu.”
“Harika…”
Bella kadehleri doldurup, servis yaptı. Yerine otururken,
“Jacop amca, annem için yeni bir tedavi yöntemi var mı? Durumu beni ve babamı çok üzüyor. Bakın bu gece bizimle olamadı. Sürekli uyudu bugün.”
“Önümüzdeki ay Londra’dan birkaç yeni ilaç gelecek.”
“Her şey o kadar ağır ilerlerken annem hızla kötüleşiyor. Baba, annemi İsveç’e Karolinska Enstitüsü’ne götürsene hiç olmazsa orada iyileşir. Sizi kırmak istemem ama Jacop amca, İsveç savaşta tarafsızdı. Bizim ülkemiz gibi zarar görmedi biz aylarca ilaç bekliyoruz ama onlar… Nasıl söylesem…”
Bella daha fazla dayanamadı, ağlamaya başladı.
“Jacop amca çok üzgünüm.”
“Biliyorum, çocuğum ve anlıyorum. Çok haklısın. Dostum bir kez daha gururlandım, kızımız çok akıllı. Durmadan araştırıyor. Evet, bence de gidin.”
“Tamam, Bella, hazırlanıp birkaç gün içinde gideriz. Sen şimdi sil gözyaşlarını üzme beni de lütfen.”
Bella gözlerini mendiliyle sildi, ayağa kalkıp babasının yanına gidip sarıldı.
“Çok teşekkür ederim babacığım.”
Samuel konuyu dağıtmak için, geçmişte ki davalardan bahsetti. Herkesin içine bir umut doğmuştu. Maria yanlarına gelip, tepsiyle kadehleri ve boşalan şarap şişesini aldı.
“Ben işleri bitirdim efendim, eğer izin verirseniz yatmaya gidiyorum.”
“Çok teşekkür ederiz Maria.”
“İyi geceler efendim.”
Maria uzaklaşırken hepsi arkasından baktı. Sessizliği Bella bozdu.
“Gençliğinde eminim çok güzel bir kadındı. Yazık kötü bir hayat yaşamış. Savaş hepimizin hayatını alt üst etti. Savaşa girmeyen ülkeler bile zarar gördü.”
“Kesinlikle kızım, özellikle sağlıkta çok sıkıntılar çektik. Birçok ameliyat, malzeme sıkıntısından yapılamadı. Samuel’de hatırlar, cinayetler, hırsızlıklar aldı başını gitti. Sonuçlanamayan o kadar çok şey var ki.”
Samuel ayağa kalktı, karşıda ki çiftliğe bakarak.
“Evet, özellikle aklımda olan Benjamin, şu çiftlik her gün karşımda ve hep aklımda, O kıza ne oldu?”
“Sahi dava düştü değil mi?”
Samuel olanları yeniden düşünmeye başladı. Dava düşmüştü, delil yetersizliği…
“Evet, ama dostum ben bir şeyi kesinlikle eksik yaptım. Ama ne…”
Jacop saatin geç olduğunu söyleyip, evden ayrıldı. Bella odasına uyumaya çekilince, Samuel olayları kafasında yeniden kurguluyordu. Madison davetten tam altı gün sonra kaybolmuştu. Davette içişleri bakanının oğlu da ölmüştü. Aslında birbiri ardına iki olay vardı. Richard’ın ölümü, biriyle kavga etmiş sonra da intihar etmiş olarak kayıtlara geçmişti. Tekrar o bilgilere ve dosyalara ulaşması gerekiyordu. Çünkü bu olay onu sebebini anlamadığı bir şekilde huzursuz ediyordu.
İsveç dönüşü bu işi yeniden ele almaya karar verdi. Gece iyice çökmüştü. Benjami’nin malikanesi karanlıktı. Hava da serinlemeye başlamıştı. En iyisi uyumak yarından itibaren hazırlıklara başlamak gerekiyordu.
Odasına girdi, karısı Flora uyuyordu, zorlukla nefes alıyordu hırıltılı ses tüm odayı kaplamıştı. Daha geçen gün “Bu oda tabut.” demişti. “Ben burada çok mutsuzum.” Öleceğini biliyordu, herkes ölürdü ama herkes yaşarken tabuta girmezdi. Yanına uzanıp, sarıldı karısına. Flora’nın nefesi düzelir gibi oldu ama uyanmadı. Samuel’de acı çekiyordu, karısına yardım edemediği düşüncesi onu kahrediyordu. Artık daha az yemek yiyor, daha az yanlarında kalıyor, çoğunlukla suskun dinliyor. Ama çok fazla uyuyor.
Eski neşeli günler de sabahın köründe uyanıp, kahvaltı hazırlar, krep ıspatulası elinde uyanmayanı tehdit ederek kahkahalarla evin odalarını dolaşırdı.
Her sabah asker selamıyla masaya koşarlardı. Bu çok hoşuna giderdi. Nasıl da onları buldu bu lanet hastalık… Ve geldi çöktü bu üç kişilik ailenin üstüne…
“Samuel, sevgilim hadi uyan…”
Flora erkenden uyanmış, krep yapmıştı. Doktorun dediği gibi günü gününe uymuyordu. Samuel sevinçle gerinerek uyandı. Tanrım sana şükürler olsun.
“Hemen geliyorum.”
Aydan Erdoğan
Kin Roman'ımının tamamını her hafta cuma günleri https://habergalerisi.com/yazar/aydan-erdogan/ait-tum-kose-yazilari-138 bu adresten okuyabileceksiniz. Bana destek için yazar köşemi takip edebilirsiniz. Ayrıca Twitter'den takip etmek isteyenler: https://twitter.com/ploutos35