O gece Rasputin odasında çok ağladı. Sam’de çok üzgündü ama gerçekten yürümekte bile zorlanıyordu. Kaç yıl yaşarım bilmiyorum ama hiç olmazsa son günlerimde biraz olsun huzur istiyorum demişti. Ertesi gün Sam ablasının yanına Polonya’ya taşındı. Tren istasyonuna kadar Rasputin’de ona eşlik etti, zor bir vedaydı. Rasputin kendini yapayalnız hissetmişti. Sam bu evde yaşadığı süre boyunca ona en iyi davranan kişiydi, bir baba gibi koruyup kollamıştı. Şimdi gitmesi gerekli miydi diye kendini sorguluyordu.
Geçen zamanlarda Simon ile hemen hemen her gece dışarı çıktı, bir süre sonra Sam’in yokluğuna alıştı. Ta ki Sam’in evden ayrıldıktan yaklaşık üç yıl sonra doğal sebeplerle öldüğünün haberini alana dek.
O gün yine biraz ağladı. Simon ile dertleşti, unutmak için en iyisi gece bir bara gidip kafa çekelim dediler.
Günler geçtikçe kasaba halkı olayları unuttu. Zaten davada kapanmıştı.
Rasputin çok zengin bir adam olmuştu, her gece barlarda kendini kaybedecek kadar içiyor, önüne gelen kadını eve götürüp onlarla birlikte oluyordu. Ona kadınları bulan arkadaşı Simon’du. Birbirlerine sonsuz bir sadakatle bağlıydılar.
Bu arada Samuel emekli olmuştu. Ailesi ile birlikte kendine Benjamin’in eski çiftliğine yakın bir yerde küçük bir yer satın alıp, yerleştiler. Günlerini küçük çiftliğinde bir şeyler ekip biçmeye ayırmıştı. Bazen akşamları verandada oturup Benjamin’in eski çiftliğine bakıp Madison’u düşünüyordu. Kasaba halkı lanetli çiftlik söylentisi çıkarıp bu verimli toprakların öylece kalmasına razı olmuştu. Çiftlik eskisi gibi bakımlı değildi ve artık çok ıssızdı.
“Hayalet ev…”
“Efendim…”
“Bella sen misin? Hava soğuk kızım, üzerine bir şeyler al.”
“Böyle iyiyim baba, sen ne diyordun?”
“Hiç, işte kendi kendime söyleniyordum.”
Bella babasının çiftliği izlediğini görmüştü.
“Hala o kızı düşünüyorsun değil mi? Adı neydi?”
“Madison… Düşünebiliyor musun hala hiçbir iz yok. Benjamin sırlarıyla öldü, çalışanlar dağıldı. Bir şeyleri eksik yaptığım düşüncesi kahrediyor beni.”
Babasının koluna girdi, iyice sokuldu.
“Kendini bu kadar üzme baba. Sen elinden gelenin fazlasını yaptın.”
Samuel de kızına sarıldı, saçlarından öpüp, kokusunu içine çekti.
“Tanrım, bilemezsin bu olanlar, daha önce de karşılaştığım vakalar, Tanrı korusun, bana hep seni hatırlatıyor.”
“Ben hep sizin yanınızdayım baba, korkmanıza hiç gerek yok.”
“Annen nasıl, uyuyor mu?”
“İlaçların etkisiyle derin bir uykuya daldı.”
“Jacop geldi mi bugün, bana mutlaka geleceğini söylemişti.”
“Telefon etti, akşam yemeğine davet ettim ben de.”
“Çok güzel düşünmüşsün, yemek hazır değil mi?”
“Birazdan hazır olur sanırım. Bir içki daha alır mısın yemek hazırlanana kadar?”
Tam o sırada hizmetçi verandanın kapısında görüldü.
“Yemek hazır efendim.”
“Teşekkür ederim Maria.”
“Hadi baba, Bay Jacop’da gelmek üzeredir.”
Çalan kapı sesiyle, Samuel ayağa kalktı. Gelen Doktor Jacop’tu. Samuel’in karısının tedavisini üstlenmişti. Bayan Flora yaklaşık iki yıldır kanserle savaşıyordu. İlkini atlatmıştı, yeniden başlayınca kasabanın en iyi doktoru Jacop nerdeyse aileden biri olmuştu. Bu akşam da yemeğe davetliydi. Samuel ve Jacop Flora’nın hastalığı nedeniyle sürekli görüşüyorlardı. Bu yüzden aralarında güzel bir dostluk başlamıştı.
Jacop Samuel’den üç yaş daha büyüktü ama Samuel’e göre daha sportif bir görüntüsü vardı. Samuel iri yarı olmasına rağmen omuzları çökmüş, yüzü kırışmıştı. Yıllar boyunca çok zor olaylarda bulunduğu yüzünden anlaşılıyordu. Jacop’da mesleği gereği sağlığına dikkat eden bir insandı. Birlikte çok güzel vakit geçiriyorlardı. Bu gece ki davet Samuel’i mutlu etmişti.
“Hoş geldin Jacop, kızım ne kadar güzel düşünmüş.”
“Böyle şeyleri düşünmeyi gençlere bırakmak lazım, bizim aklımıza bile gelmezdi. Eğer Bella olmasaydı, evde yalnız başıma oturup şarap içiyor olacaktım.”
“Jacop amca, biliyorsun ne zaman istersen bize gelebilirsin.”
“Misafirimizin paltosunu ve şapkasını alır mısın Maria.”
“Bay Jacop…”
“Teşekkür ederim Maria.”
Hizmetçi odadan ayrılınca, Bella babası ve Jacop’a masadaki yerlerini gösterdi. Çorba servisi yapıp, kendisi de sandalyesine oturdu. Jacop, çorbadan bir kaşık içip, peçetesiyle ağzını sildi.
“Bella kızım, ellerine sağlık çorba çok güzel olmuş.”
“Teşekkür ederim ama Maria bu teşekkürü hak ediyor. Bugün tüm yemekler ve sofra onun eseri.”
“Nasıl peki alıştınız mı ona?”
“Ben alıştım da… Babamın hala bazı şüpheleri var.”
“Dostum, yapma lütfen, zararsız bir insan… Senin ki geçmişten gelen meslek hastalığı…”
“Sadece daha önce nerede yaşadığı konusunda bazı şüphelerim var.”
“Anlattım ya Samuel, ikinci kocasını oğluna ve kendisine kötü davrandığı için öldürmüş, olaya şahit olan Rahip Thomas’ın ifadesiyle idam cezası almaktan kurtulmuş bir kadın. Yaklaşık beş yıl hapisten sonra yüce mahkemenin kararı ile Westminster Abbey Aziz Peter Kilisesinde çalışmış, orada çok sevilmiş. Kendisi hakkında çok iyi bir referans ile ayrıca başrahibe tarafından yazılmış bir mektupla bana geldi.”
Aydan Erdoğan
Kin Roman'ımının tamamını her hafta cuma günleri https://habergalerisi.com/yazar/aydan-erdogan/ait-tum-kose-yazilari-138 bu adresten okuyabileceksiniz. Bana destek için yazar köşemi takip edebilirsiniz. Ayrıca Twitter'den takip etmek isteyenler: https://twitter.com/ploutos35