Gerçeği Arayıp, Sorgulamaktan Korkmayın! ÇÜNKÜ, NEDEN sorusu tüm gizlilik büyüsünü bozan en tehlikeli sualdir.
KORKMAYIN..!
Artık Atatürk’ün de etten kemikte yaradılmış,hata yapabileceği ve yapmış olabileceği gerçeği üzerinde konuşup varsa doğruları ve yanlışları ile kabul etmek ona saygısızlık ettiğimiz yada O’na düşmanlık ettiğimiz anlamanı gelmeyeceği gerçeğini bilmenin zamanı geldi de, geçiyor bile...
Hiç şüphe yok ki yıkılmış bir ülkeyi yeniden ayağa kaldıran, yaptığı inkılaplarla çağdaşlaşma yolunda büyük adımlar atan Atatürk’e birçok şey borçluyuz fakat kabul etmeliyiz ki her yönetici gibi bazı kesimlere göre onun da hataları oldu ve ne yazık ki bu kesimde hataların bir kısmı yaptığı devrimlere gölge düşürdü..!
Maalesef bu durumdan kendine vazife çıkaranlar oldu, olacak da...
Zira hatasız kul olarak kabul etmek istediğimiz, ancak insan doğasına aykırı olan bu savın kullanılmak istendiği kesimler tarafından kullanıldığını, yıpratıldığını günümüzde bir çok şekli ile görüyor ve gözler önünde yaşayarak görüyoruz, şahit oluyoruz…
O yüzdendir ki;
her olayın zaman ve gereklilik şartlarına göre kendi döneminde sorgulayıp, gerçeğe ulaşmaktan korkmamalıyız.
Bu bizim Atatürk’ün,
Cumhuriyetimizin kurucusu ve
Ulu Önderimiz olması gerçeğini zedelemez ve değiştirmez…
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve 1. Cumhurbaşkanı Atatürk’ün yapmış olabileceği büyük hatalar muhakkak olabilir.
Atatürk özellikle de siyasi kararlarını alırken, hangi büyük hataları yapmış olabilir?
Yapmış mıdır !?
Çok Partili Demokrasiyi Desteklemesi hata mıydı mesela ?
Halkın oylarını hiçe sayarak kafasına göre istediğine hükumeti kurma görevi verip, istemediği kişiye vermemek varken, neden demokrasiye saygı duyup, halkının fikirlerine değer verdi acaba?
Bu bir hata olabilir mi?
Şu günlerde görüyoruz ki, hata olabilir zira son seçimlerde halk oylaması ile başkanlık adı altında Monarşi yönetim şeklini halk seçti...
Oysa, Atatürk doğru siyasi karar ile bunun önüne geçebilir ve bugünkü halk oylaması ile yaşadığımız kaos, üzüntüyü engelleyebilirdi belki kim bilir?
Saltanat ve dünyaya hakim olma arzusu ile yanıp tutuşan, milletimiz henüz demokrasiye hazır değil miydi?
Yüzyıllar boyunca saltanatla yönetilen millet hala demokrasiyi sindirememiş miydi?
Dönemin koşulları başkaca seçenek bırakmıyordu şüphesiz.
Sanayileşmemiş bir toplumda kominizm olabilir miydi?
Oligarşi'yi hangi toplumsal sınıfla kuracaktı?
Saltanat, hilafet olamayacağına göre ki, devrimi onlara karşı yaptı.
Ne kalıyor geriye?
Parlamentolu demokrasi...!
Ülke ve onun insanları her konuda sıfırlandığı için zorunlu olanı seçti.
Ancak bunu hala sindirememiş ve saltanatla tüm dünyanın hakimi olma arzusu ve yüzyılların alışkanlığı ile henüz hazır olunmayan döneme geçilmesi erken oldu denilebilir...
Çok hızlı adımlar atılmalıydı evet savaştan çıkmış ve herşeyiyle bitmiş yok olmuş bir vatan ile yapılacak çok iş vardı...
Ayrıca Diktatör olarak algılanması riski de olabilirdi...
Zira savaş sırasında yola çıktığı arkadaşları ile saltanatın devam ettirilmesi konusunda da çatışmaları ve fikir ayrılıkları olmuştur...
Aslında zor olanı seçti, milletimize de genlerinden ve eski Türklerdeki gibi benzer yönetim yakışırdı evet...
Halife olmasını bekleyen kabule hazır bir çok ülke varken bunu da yapmadı...
Ancak hata bu yönetim şeklinin hiç bir koşul altında değiştirilemez kanunlara bağlanmamış ve M.Kemal gelecek öngörülerinde bu günleri görmüş olmasına rağmen gerekli tedbirlerin yeterince alınmamış olması olası mı?
Nutuk ile devamında Atatürk izahatı yapmış..
"3 MART 1924,HİLAFETİN KALDIRILMASI SIRASINDA YAPTIĞI KONUŞMA
NUTUK
Halife ismindeki hükümdar; dünya yüzündeki üç yüz milyon ehli İslâm arasında adaleti payidar edecek, hukuku âmmeyi gözetecek, emnü asayişi ihlâl edecek hadisata mâni olacak, islâma ümemi saire tarafından vukuu muhtemel tecavüzata çekecekti.
Camiai islâmiyenin salâhını temine hadim esbabı deniye ve umraniyeyi ihzar ile mükellef bulunacaktı.
Muhterem Efendiler,
bu kadar eçhel ve ahval ve hakayikı cihandan bu dezece bihaber Şükrü Hoca ve emsalinin milletimizi iğfal için, ahkâmı islâmiye, diye neşrettikleri safsataların esasen tekrara değeri yoktur.
Fakat, bunca asırlarda olduğu gibi, bugün dahi, akvamın cehlinden ve taassubundan istifade ederek bin bir türlü siyasî ve şahsî maksat ve menfaat temini için dini alet ve vasıta olarak kullanmak teşebbüsünde bulunanların, dahil ve hariçte mevcudiyeti, bizi, bu zeminde söz söylemekten, maatteessüf, henüz müstağni bulundurmuyor.
Beşeriyette, din hakkındaki ihtisas ve vukuf, her türlü hurafelerden tecerrüt ederek, hakikî ulûm ve fünun nurlarile musaffa ve mükemmel oluncaya kadar, din oyunu aktörlerine, heryerde tesadüf olunacaktır.
Şükrü Hocaların nekadar manasız, mantıksız ve kabiliyeti icraiyeden mahrum efkâr ve ahkâm savurduklarını anlamamak için cidden, Hoca Efendi gibi #Allahlık denilen mahlûkattan olmak lâzımdır.
Halife ve hilâfet, onların dediği gibi, sultası umum dünya müslümanlarına şamil olmak lâzımgelince, bütün mevcudiyetini ve menabii kuvvetini halifenin emrü nehyine hasretmekle Türkiye halkının omuzlarına tahmil edilecek yükün nekadar ağır olacağını insaf edip düşünmek lâzımgelmez midir?
Onların serdeyledikleri icabat ve ahkâma göre, halife namında hükümdar;
Çin, Hint, Afgan, İran, Irak, Suriye, Filistin, Hicaz, Yemen, Asir, Mısır, Trablus, Tunus, Cezayir, Fas, Sudan, hulâsa dünyanın her tarafındaki islâmların ve İslâm memleketlerinin umurunda tasarruf sahibi olacaktı.
Bu hayalin, hiçbir vakit tahakkuk etmemiş olduğu malûmdur.
İslâm cemaatlerinin, biribirinden tamamen ayrı maksatlarla iftirak eyledikleri;
Emevilerin Endülüste, Alevilerin Mağrıpta, Fatımilerin Mısırda, Abbasilerin Bağdatta, birer hilâfet yani saltanat kurdukları ve hatta,
Endülüste her bin kişilik bir cemaatin,
«bir emirülmüminini ile bir mimberi»
olduğu Hoca Şükrü imzalı risalede dahi mezkûrdur.
Bu tarihî hakikatten tecahül ederek,
hemen kâmilen ecnebi devletlerin tahtı tabiiyetinde bulunan veya müstakil olan İslâm milletlere veya devletlere halife namı altında bir hükümdar nasp ve tayin etmek aklü hakikat ile kabili telif olabilir midi?
Bilhassa, böyle bir hükümdarın temini mevkii için, bir avuç Türkiye halkını hasrü tahsis etmek, onu, mahveylemek için tatbik olunagelen tedbirlerin en müessiri olmaz mıydı?
«Halifenin vazifesi ruhanî değildir», «hilâfetin üssülesası kudreti maddiye ve kuvveti hükümettir.»
diyenlerin, hilâfetin devlet, halifenin reisi devlet olduğunu ifade ve ispat ettikleri ve maksatlarının halife unvanında bir zatı, Türkiye Devletinin riyasetine geçirmek olduğu sühuletle kabili tefehhüm idi.
Muhterem Efendiler, Şükrü Hoca Efendinin ve siyasetçi arkadaşlarının, maksadı siyasilerini açıktan açığa izhar etmeyip, bunu, bütün âlemi islâma teşmil etmek istedikleri,dinî bir mesele halinde mevzuubahs eylemeleri; hilâfet oyuncağının, ortadan kaldırılmasını tesriden başka bir netice vermemiştir.
Hilâfet meselesi hakkında, halkın tereddüt ve endişesini izale için, heryerde lüzumu kadar beyanat ve izahatta bulundum. Kat’i olarak ifade ettim ki,
«milletimizin kurduğu yeni devletin mukadderatına, muamelâtına, istiklâline, unvanı ne olursa olsun hiç kimseyi müdahale ettiremeyiz!
Milletin kendisi, kurduğu devleti ve onun istiklâlini muhafaza ediyor ve ilelebet muhafaza edecektir!»
Millete anlattım ki, islâmşümul bir devlet tesis etmek vazifesile mükellef tahayyül edilen bir halifenin vazifesini ifa edebilmesi için,
Türkiye Devleti ve onun bir avuç nüfusu, halifenin emrine tâbi tutulamaz.
Millet,
buna razı olamaz! Türkiye halkı bu kadar azîm bir mes’uliyeti, bu kadar gayrimantıkî bir vazifeyi deruhde edemez.
Milletimiz, asırlarca, bu vahi noktai nazardan hareket ettirildi.
Fakat ne oldu?
Her gittiği yerde milyonlarca insan bıraktı.Yemen çöllerinde kavrulup mahvolan Anadolu evlâtlarının miktarını biliyor musunuz?
dedim.
Suriyeyi, Irakı muhafaza etmek için, Mısırda barınabilmek için,
Afrikada tutunabilmek için nekadar insan telef oldu, bunu biliyor musunuz? !
Ve netice ne oldu görüyor musunuz? ! dedim.
Halifeye, dünyaya meydan okutmak ve onu umum İslâm umuruna tasarruf sahibi kılmak fikrinde olanlar, bu vazifeyi yalnız Anadolu halkından değil, onu sekiz on misli nüfustan mürekkep olan büyük İslâm kütlelerinden talep etmelidir!
Yeni Türkiyenin ve yeni Türkiye halkının, artık, kendi hayat ve saadetinden başka düşünecek bir şeyi yoktur,başkalarına verebilecek bir zerresi kalmamıştır! dedim.
Diğer bir noktayı da, halk nazarında tebarüz ettirmek için şu beyanatta bulundum:
Bir an için farz edelim ki, dedim; Türkiye, mevzuubahis vazifeyi kabul etsin..
Bütün âlemi İslâmî bir noktada tevhit ederek sevku idare etmek gayesine yürüsün ve muvaffak dahi olsun!
Pek âlâ ama, tahtı tabiiyet ve idaremize almak istediğimiz, milletler, derlerse ki, bize, büyük hizmetler ve muavenetler yaptınız, teşekkür ederiz. Fakat, biz müstakil kalmak istiyoruz.
İstiklâl ve hakimiyetimize kimsenin müdahalesini muvafık görmeyiz!
Biz kendi kendimizi sevk ve idareye muktediriz!
O halde, Türkiye halkının bütün mesai ve fedakârlığı, sadece bir teşekkür ve dua almak için mi ihtiyar olunacaktır?!
Görülüyordu ki,
bir hava ve heves için, bir vehmü hayal için, Türkiye halkını mahvetmek istiyorlardı. Hilâfet ve halifeye vazife ve salâhiyet vermek fikrinin mahiyeti bundan ibaretti.
Efendiler, halka, sordum; bir devleti islâmiye olan İran veya Afganistan, halifenin herhangi bir salâhiyetini tanır mı? tanıyabilir mi?
Haklı olarak tanıyamaz. Çünkü devletinin istiklâlini, milletinin hakimiyetini muhildir.
Millete, şunu da ihtar ettim ki, kendimizi, cihanın hâkimi zannetmek gafleti, artık devam etmemelidir.
Hakikî mevkiimizi, dünyanın vaziyetini tanımamaktaki gafletle, gafillere uymakla milletimizi sürüklediğimiz felâketler yetişir.
Bile bile ayni faciayı devam ettiremeyiz"
***
Evet görüldüğü gibi yıllarca savaşarak bitap düşmüş milleti Saltanat ile bir faciaya daha sürüklemek akıl işi değildi...
Peki neden sorumuzu tekrarlayalım?
Saltanatla tüm dünyanın hakimi olma arzusu ve yüzyılların alışkanlığı ile henüz hazır olunmayan yönetim şeklin geçilmesi erken miydi?
Ulu Önder Atatürk'ün öngeremediği neydi?
Bu kendi hayat süresini öngörememiş olması olabilir mi?
Yüzyıllarca kültür erozyonuna mağdur bırakilmış toplumun içine,
Cumhuriyet ve Demokrasi tohumlarını atarak ve bu tohumlardan filizlenen Türk gençligini Cumhuriyetin yegâne bekçisi olarak görmesi,ve güvenmesi O'nun çok partili demokrasiye geçmesinin itici gücü olabilir miydi?
Zira kendi yokluğunda çok partili sisteme geçilebilir mi endişesi de taşıyor olabilirdi belki de kimbilir...?
Saygılarımla,
@Kayberen__