Bütün başlangıçlar heyecanlıdır.
Maria akşam yemeğini hazırlamak için, mutfağa girdi, sabah giderken bıraktıkları masayı temizledi. Bella telefon konuşmasını bitirdikten sonra mutfağa geldi, akşam için jambon ve tavukları hazırlamaya başladı.
“Yarın da çıkalım mı gezmeye Maria ne dersin?”
“Ben yarın evde temizlik yapmak istiyorum Bella. Siz isterseniz yalnız gidebilirsiniz ama lütfen fazla uzaklaşmayın olur mu?”
Bella gülümseyerek göz kırptı. Yarın daha rahat keşif yapacaktı. En az babası kadar o çiftliğin içinde yaşayanları merak ediyordu. Yemekten sonra herkes odalarına çekildi. Ertesi sabah çalan telefonla uyandılar arayan Samuel’di. Babasının araması sevindirmişti.
Samuel, doktorların Flora’yı muayene ettiğini fazlasıyla geç kalındığını ancak bir ay ya da iki ay ömrü kaldığını söylemişlerdi. Bella olduğu yerdeki sandalyeye çöktü ağlamaya başladı. Maria teselli etmek istese de işe yaramadı.
“Tanrı en iyisini bilir güzel kızım. İsyan etme.”
Tanrı bana sordu, ben de O’na “Sen bilirsin.” Dedim.
“Neden Maria annem çok iyi bir insan… Tanrıya inanır hep dua eder. Her pazar ayine gider babamla… Giderdi aslında, hastalanmadan önce…”
Derin bir nefes aldı, eliyle gözyaşlarını sildi.
“Benim gibi değil işte… Keşke…”
“Sakın Bella sakın isyan etme, sadece dua et çocuğum çok acı çekmesin.”
“Babam, annemle dönerken yolu biraz uzatacağız, Hollanda, Belçika ve Fransa’da iki gün kalacağız dedi. Sanırım O’nun mutlu olmasını istiyor. Hem doktorlar bol miktarda ağrı kesici vereceklermiş bize annem için.”
“Bak ne kadar güzel, hadi bakalım kahvaltımızı yapalım sen de yürüyüşe çık.”
“Peki Maria…”
Sessiz bir kahvaltıdan sonra Bella yürüyüşe çıktı. Orman yolunda annesini düşünerek yürüyordu. Sık ağaçlar arasında koşturan tavşanlar, sincaplar, ağaçların rüzgarla hışırtısı, çiçeklerin kokusu hiç dikkatini çekmiyordu. Ayakları O’nu Benjamin’in çiftliğine getirdiğinin farkında bile değildi başı eğik yürürken bir çift çizmenin önünde olduğunu fark etti.
“Sadece yere bakarsanız çimenleri görürsünüz, oysa gökyüzü ağaçlar bakın kuşlar ne kadar güzel…”
Bella kafasını kaldırdı bir çift yemyeşil göz gülümseyerek ona bakıyordu.
“Çok affedersiniz, ben buraya nasıl geldiğimin farkında değilim. Düşünüyordum.”
Arkasına döndü hayli uzaklaşmıştı. Tekrar döndü. Burası Benjamin’in çiftliğiydi, bayağı yürümüşüm diye düşündü.
“Ben Bella, şu ilerdeki çiftlikte ailemle yaşıyorum, kusura bakmayın, size iyi günler.”
“Durun lütfen, çok uzun zamandır buraya kimse gelmedi. Babam öldükten sonra, Sam amca da gitti. Arkadaşım zaten yoktu. Çalışanlarda geçen hafta kaçtılar. Yalnız kaldım sadece arkadaşım Si… Şey… Benim adım Fid… İsterseniz içeri buyurun, kahve hazırlamıştım kendime.”
“Çok teşekkür ederim ama gelemem, eve geç kalmamalıyım merak ederler.”
“Lütfen sadece bir fincan kahve… Rahat edecekseniz verandada otururuz.”
Sadece yarım saat geç kalması sorun olmazdı hem Maria temizlik yapıyordu fark etmezdi bile.
“Peki, bir fincan kahve içerim.”
“Çok sevindim, buyurun.”
Birlikte verandaya doğru yürüdüler, o ana kadar fark etmemişti ama çiftlik oldukça bakımsız görünüyordu. Tahta çitler çürümüş, kurtlanmıştı. Oturduğu bank pis ve gıcırdıyordu. Bella daha şimdiden pişman olmuştu. Nezaketen ve meraktan biraz oturmaya karar verdi. Fid kahve almaya girdi, içerden bazı konuşma sesleri duydu. Kimse yoksa kendi kendine mi konuşuyordu. Dinlemek için yerinden kalkmadan kafasını pencereye doğru uzattı.
“Sadece bir yabancı, bir fincan kahve içeceğiz. Gerçekten sorun yok. Sen beni düşünme… İzin ver sadece yirmi dakika… Lütfen.”
Elinde tepsi ile geldiğinde Bella etrafa bakıyormuş gibi görünmeye çalıştı.
“Bir an önce kendinize yardımcı almalısınız. Bu güzelim çiftlik çok bakımsız. Cüretimi mazur görün, tek başınıza bununla başa çıkamazsınız.”
Rasputin, elindeki tepsiyi masanın üzerine koydu. Bella’ya fincanını uzattı.
“Biliyorum, aslında ben bugün şehre gidip, birkaç Çinli işçi bulmayı planlıyordum. Savaştan sonra ülkemize kaçan Çinliler belki duymuşsunuzdur çok çalışkan oluyorlar üstelik daha az para ile çok iş yapıyorlar.”
Kaçak göçmenleri sömürecekti demek ki, hafifçe kaşlarını kaldırdı, dudaklarını ısırarak kafasını eğdi.
“Sigortalarını yapacağım.”
Bella gülümsedi.
“Doğrusu bu.”
“Yoksa siz aksini mi düşündünüz? Kesinlikle olmaz, babam gibiyim bende… Kimsenin hakkını yemem. Babam Bay Benjamin”
“Babanız nerede?”
“O öldü, uzun zaman oldu.”
Bella fincanına bir küp şeker atıp, karıştırdı. Bir yudum içtikten sonra Rasputin’nin bakışları altında ayağa kalktı, merdivenden inip verandanın çitine sırtını dayayıp çiftliğe doğru baktı. Aklında olanı sorup sormamak arasında gidip geliyordu.
O sırada Rasputin O’nu izliyordu. Tanrım ne kadar güzel bir kadın diye düşünüyordu. Hayranlıkla izlediği bu kadını Simon olmadan kendisi gelip O’nu bulmuştu. Kızıl uzun saçları hafif rüzgarda uçuşuyordu. Omuzlarından yükselip yeniden omuzlarına dokunuyordu. Saçlarının kokusunu duyuyordu. Bu kadar güzel bir kadın nasıl olur da yanına gelirdi. Simon’nun söylediği gibi her şeyi bozmaya mı gelmişti.
Bella döndü, göz göze geldiler, gülümsedi ikiside…
“Fid, çiftliği gezelim mi?”
Rasputin önce kabul eder gibi gülümsemeye devam etti, ayağa kalktı ama aklına Simon geldi, önce O’na sormalıydı. Yoksa buna çok kızardı.
Aydan Erdoğan
Kin Roman'ımının tamamını her hafta cuma günleri https://habergalerisi.com/yazar/aydan-erdogan/ait-tum-kose-yazilari-138 bu adresten okuyabileceksiniz. Bana destek için yazar köşemi takip edebilirsiniz. Ayrıca Twitter'den takip etmek isteyenler: https://twitter.com/ploutos35