Görsel anlamda başlangıcından son anına kadar şölen niteliğinde bir filmdi. Uzunluğu dolayısıyla içerisinde bulunan birden fazla hikayeye değinmem zor olacak gibi hissediyorum. Kimi karakterler film içerisinde yükselişe geçerken kiminin düşüşüne şahitlik ediyoruz bu üç saat boyunca. Değişen bir dönemin hangi açılardan değiştiğine ve bu değişime ayak uydurabilenlere ve uyduramayanlara neler olduğunu aktarıyor. Ahlaksal değişim, sanatsal değişim, temasal değişim… Hollywood filmi olduğu zaman ilk baktığım şey genellikle oyuncular oluyor. Bu filmde de Margot kesinlikle büyüleyiciydi. Cazibesi, rolle benzeşmesi beni çok etkiledi. Diğer yandan Brad Pitt rolün ağırlığına çok yakışmıştı- içten içe: “acaba Brad Pitt’in sonu filmdeki karakteri gibi mi olacak?” Demeden edemedim. Sonuçta bu yaşına kadar epey bir film çekti ve bir sürü yeni oyuncu var piyasada… belki o zamanlardaki gibi kaotik bir yarış yoktur ya da sessizden sesli filmlere geçiş gibi bir kriz söz konusu yok gibi ancak yine de belirli krizlerin olduğu dönemler illa ki görüyoruzdur.
Brad Pitt’in rol aldığı dönem filminin çekimlerini gördüğümüz sahnede oyuncuların birbirini gerçekten öldürmeye vardıracak bir fedakarlıkla, hayatlarının son demlerini bir kuruş para için figüranlık yaparak geçirdikleri durum içerisinde sinema gözüme hem çok değerli hem çok aşağılık göründü. Filmi izleyecek kitle için arka planda dönen kaosa katlanmaya değer miydi? Film sektöründekiler yaptıkları işi hayat gayeleri gibi bellemişlerdi. Sessiz sinemadaki detaylara verilen önem, sesli sinemaya geçişte sinemaya uyarlanan temaların değişimi ile gözüme daha bir değerli göründü.
Sesli sinemaya geçildiği zaman müzik ve dansın girişi ile beraber, bana göre, sinema ana amacından şaşmış ve bir nevi Broadway olmaya çalışmıştır. Müzikal filmleri oldukça seviyorum ama eski dönem müzikallere baktığım zaman ana amacın dans ve müziğin gösterilmesi olduğunu hissetmişimdir zaman zaman. Singing in the rain buna bir örnek değil tabii ki de. Orada da anlatılmak istenen büyük bir gaye vardı: Babylon’a benzer ve hatta aynı diyebiliriz. Zaten filmin sonunda Singing In The Rain’in sahneleri ile beraber yapılan atıflar beni oldukça duygulandırdı. Hatta öncesinde o filmi izlemiş olmak Babylon’da işlenen temaya hakim bile hissettirdi diyebilirim. Margot’a kurbağa sesli dedikleri zaman gözümün önünde singing in the rain’deki sessiz sinemada ünlü olup da sesli sinemada yer alamayan kadın canlandı ve filmin sonunda onun referansı da bulunuyordu.
Bence hikaye Manny’nin etrafında şekilleniyordu desek yanlış olmaz. Partilerde çalışan bir görevliyken tanıştığı Nellie’ye olan beğenisi üzerine kendine olan cesaretini toplayıp attığı adımları değiştirmesi ile ünlü oyuncu Jack ile yolları kesişiyor ve onunla birlikte gittiği sette yaptığı işlerden memnun kalındığı için düzenli bir çalışan olarak Jack’in yanında yer almaya başlıyor. Bu sırada Nellie’de kendine bir rol bulmuştur ve onu layığıyla yerine getirdiği için düzenli rol alan bir oyuncu haline gelmiştir.
Bu süreçte Manny, sesli sinemaya geçişi gözlemlerken kendini bir anda sette yönetici olarak buluyor. İyi gözlemleyen, aşırıya kaçmayan, aç gözlü olmayan bir karakter olarak kendine güzel bir yer buluyor ve kişilerin övgüsünü de topluyor. Benim için en güzel karakter Manny’di diyebilirim. Nellie’ye olan aşkını hep içinde tuttu, ta ki son sahnelere kadar. Hep yardım etti, yanında durdu ama daha fazlasında gözü de yoktu. Nellie ise hep daha fazlasını istiyordu.
Kumar, alkol, kokaine boğulmuş bir haldeydi. Sinema sektörü artık değişiyordu. Sessiz filmler arkada kalıp yerini sesli filmlere bırakıyordu ve bu durum belki de en çok oyuncuları zorluyordu. Daha önceden hiç ezber yapmamış oyuncular, bir anda ezber yapmaya çalışırlarken buluyorlardı kendilerini ve üstelik rol yaparken. Jack’e insanların gülüyor olma sebepleri de kötü oynaması değildi, insanların onu sessiz sinemada seviyor olmalarıydı bence.
Nellie için ise sinema sektörünün tavır değiştirmesi olumsuz bir imaj olarak görünmesine yol açmıştı. İnsanlar bir anda çılgınca partilerden, fetişlerden çıkarak “yapmacık” diyebileceğimiz bir soyluluk dünyasına girmeye başlamıştı. Nellie ise kendini daha önce var etmekten kaçındığı o ortama, sadece oyunculuk yapabilmek için de girmek istemeyişini haklı buldum: kendi yolundan gidecekti o. Set çalışanlarıyla flörtleşmeyecek ya da yapmacık samimiyet göstermeyecekti.
Nellie kendi yoluyla üne kavuşmuştu ve gerekirse öyle de kaybedecekti. Aslına bakarsanız somut anlamda kaybetti ama Elinor’un Jack’e yaptığı konuşmadaki gibi, insanlar o filmleri izlediği zaman yaşıyor olacaklar. Bu iki karakter sektördeki değişime ayak uyduramayıp kendi ölümlerini seçen kişiler olmuştur. Onların dönemi artık geçmişti ve değişime ayak uyduramıyorlardı. Denemişlerdi ama ait değillerdi.
Manny, Sidney ya da Fay Zhu gibi karakterler ise yaşamaya devam ediyorlardı ama kendilerini ait hissettikleri yerde. Onlar hayatta kalmayı tercih etmişlerdi ama uzakta bir köşede, eski hayatlarından bağımsız. Mutlu da görünüyorlardı. Bu üç karakter de aslında klasik beyaz Amerikanlardan farklı oluşları ile ünlerini devam ettiriyor bir konuma gelmişlerdi ve kendileri bundan rahatsızlık duyuyorlardı. Sidney’e kömür sürmesini istemeleri fazla zedeleyiciydi ya da partideki kişilerin onun oralara gelişini olağanüstülüklerle tebrik etmeleri.
Birer obje haline gelmişti sonunda onlar, göz boyamak için varlardı ve işleri bitince atılıyorlardı. Nellie ve Jack ise birer yıldızdılar, ve belki de yıldızlar fazla tutku verdikleri bu işlere bütün gönüllerini yatırdıkları için işlerinden başka bir alacak zevkleri kalmıyordur hayatta ve bu yüzden terk etmeyi seçmişlerdir. Nellie, Manny ile kaçabilecekken ve hatta kaçmayı kabul etmişken bir anda çekip gidişi belki de bilinçsiz bir şekilde kendini ait olduğu yere götürme isteğidir. Ne olursa olsun Nellie sahne ışıklarına aitti ve su akıp yolunu bulacaktı.
Zaten masum olmadığını duyduğumuz bir sektör olarak Hollywood’un masumluğunu kaybedişini Manny’nin, diğerlerinden farklıyken- insancılken- para için diğerlerine benzemesi- hatta Meksika’lıyken, İspanyol olarak kendini tanıtması ya da Irv’ün herhangi bir şekilde Jack’in aramalarına bile dönmezken,kötü bir filmde sırf kazancı için rol vermesi insanların birer figüre dönüşünü ve hangi kap olarak veriliyorsa onun şeklini aldıklarını görmek üzücüydü.
Sahneler arasındaki sessizlik hoşuma gitti benim. İzleyiciyi hem geriyordu hem de dönemine aitlik hissettiriyordu. Hareketli sahneleri kadar hareketsiz sahneler de mevcuttu ve bu tezatlar izlemeyi kolaylaştırıyordu diyebilirim. Ancak karakterlerin gelişimi açısından aynısını diyemeyeceğim. Bir anda değişime uğrayan karakterler görüyorduk, bunların temelleri sunulmuyordu. Belki filmdeki ihtişam gözümüzü boyuyordu ve buna gereksinim duymuyorduk ama dönüp baktığımız zaman aslında ne Nellie’yi ne Manny’yi tanıyoruz.
En kötü olay örgüsü mafya olarak oynayan Tobey’inkiydi. Executive producer olduğu için bir rol yazıldığını düşünmedim değil:D Hikayesinin ne başı ne de sonu vardı. Öylece kalıyordu. Ucundan Nellie ve Manny’e dokunuyordu. Onun dışında vakit kaybıydı bence.
Film bitmeye yaklaşırken olaylar hızlanıyor ve olayın kendi örgüsünden çıkarak “sinemanın tarihi” gibi bir olay örgüsü yaratıyordu birden. Sinemanın gelişimini izlemek elbette beni de etkiledi, gözlerim yaşardı. Sonuçta uzun ve acılı bir maziye sahip diyebiliriz. Yine de bu kadar dolu ve cesur başlayan bir film için basit ve korkak bir sona sahipti diyebilirim. Manny’nin izlediği filmde sinemanın geldiği yeri görüyoruz, elbetteki eski bir set yöneticisi bu durumdan etkileniyor. Artık sesler ustaca kullanılabiliyor, hatta renkli filmler bile var ama yani birden ekranda Matrix, Avatar görmeye gerek var mıydı diye düşünmeden edemedim. Sonuçta sinema tarihini anlatmıyordu bu film, bir dönemi ele alıyordu???
Son olarak, film için yorumlarda “sinemaya aşk” gibi yorumlar gördüm ancak bana daha çok bir nefret söylemi gibi geldi- son sahnelerdeki avatarlardan bahsetmiyorum çünkü onlar filmden bu konuda bağımsız kalıyor bence. Sessiz sinemada ölen ekip çalışanlar olsun kötü koşullarda setlerde var olmaya çalışan figüranlar olsun sesli sinemada set ekibinin artan sorumluluklarının üzerine ses ekibinin gelmesi ve ahlakçı döneme giriş ile kişilerin olmadıkları bir hal almaya zorlanışları nefret söylemine daha çok benziyordu, bir sevgiden ziyade. Elbet ki sinema acıklı yollardan geçmiş ve kendini geliştirmiş bir sektör ancak kötü yönleri o kadar çok vurgulanmıştı ki sinemanın gelişimi sürecine duygu dolu göz yaşları dökemedim.
*Verdiğim puanı prodüksiyona olan saygım ve Margot için yaklaşık 1 puan arttırdım.