Tohumlarımıza sahip çıkmak için başlattığımız bağımsız mücadelede, hiçbir dış desteğe ya da fona el açmadık, açmayacağız. Kapitalizmin bize biçtiklerine karşıyız.
Küresel şirketlerin dayattığı tohum, gübre ve kimyasallar hem toprağımız hem de sağlığımız için zehirdir. Ülkemiz, yaklaşık 18 bin buğday çeşidine sahip, adeta dünyanın tahıl ambarı durumundaydı. Bugün ele muhtaç durumda. Yüzyıllardır ekilerek, korunarak günümüze kadar gelen “yerel tohumlar” atalarımızın mirası değil, gelecek nesillerin bize emanetidir.
Yerel tohumun satışının yasak olduğunu, yerel tohum mücadelesini, tohum takas etkinliklerini defalarca yazdık. Standartlara uymadığı gerekçesiyle 2006 yılında çıkan yasa ile, üreten Türk köylüsünün kendi ürettiği, yıllardır ekerek koruyup çoğalttığı ve sahip olduğu tohumları satması yasaklandı.
Çiftçi bir çok yasaklarla hem üretimden uzaklaştı, hem de desteklerden yararlanmak için hibrit tohum almaya mecbur bırakıldı. Cezalar ağır olunca, çiftçiler de mecbur kalıp hem toprağını ekmek, hem de devlet desteğini alabilmek için sertifikalı hibrit tohumlara yöneldi. Üstelik tek kullanımlık bu tohumları da yasaya göre, tarım kredi kooperatifleri ve özel şirketler satıyor..
Sadece tohumu almak yetmiyor, yanında kimyasal destekleri de almak zorunda kalıyor. Bu şekilde hem çiftçi kaybediyor, hem toprak kaybediyor hem de ülkemiz kaybediyor. Biz hala bunun farkında değiliz. Yurt dışından tohum getirerek bizim çiftçimize satan şirketlerin hepsi yabancı ortaklı. Bu yüzden de yerel tohumlara sahip çıkan, herhangi bir dış destek almadan mücadele eden, yerel tohumları koruyan, ekerek çoğaltan, paylaşan kuruluşlara tahammülleri yok.
Oysa, insanlık hızla açlığa ve kıtlığa doğru giderken bunun en büyük temel nedeninin “endüstriyel tarım” olduğunu açıklayan çok değerli bilim insanları var. Üstelik "hibrit" tohumların varlığı için bile yerel tohumlara ihtiyacımız var.
Bir Avuç tohum için, bir avuç insan bağımsız olarak mücadele ederken tohum bankalarımızın durumuna da bir bakalım;
Independent Türkiye ‘de Saime Toktaş’ın haberinde yer alan bazı bölümler şöyle;
***Dünyayı, tohumu ve ilaç sektörünü elinde tutanlar mı yönetiyor?
"Türkiye’de hala 3 binin üzerinde tohum çeşidi var. Ayrıca Ankara ve Manisa Horozköy’de tohum gen bankaları bulunuyor. Ama onların da denetimi, “Uluslararası Tarımsal Araştırma İçin Dayanışma Grubu” CGIAR’da.
CGIAR’ın kurucusu ise dünyanın en güçlü ve zengin ailelerinden Rockefeller ailesi.
Rockefellerlar, 1960’larda Meksika ve Hindistan gibi ülkelere açlık sorununu çözecekleri iddiasıyla, “Yeşil Devrim” adı altında, ıslah edilmiş, yani hibrit tohum tohumu sokmuştu.
Hibrit tohumdan elde edilen ürünlerden tohum oluşmadığı için, çiftçilerin her sene tohum alması gerekiyordu. Hibrit tohum patentleri de Pioneer Hi-Bred ve Monssanto gibi dev tohum şirketlerinin elinde toplandı. Bu tohumlar bazı kimyasal gübrelere, ot ve böcek ilaçlarına ihtiyaç duyuyordu. Bunlar da Rockefeller'ın petrol şirketlerinin ürünüydü.
Gelişmekte olan ülkeler için bu miktarlardaki gübre ve ilaç girdisini finanse etmek neredeyse imkansız olduğu için önce dünya bankasından kredi notu, sonra da yine Rockefeller ailesine ait Amerikan bankalarından borç aldılar. Bankalara borçlarını ödeyemeyen çiftçiler sonunda topraklarını kaybetti.
Aslında, Monsanto’nun politikalarına karşı çıkanlar tüm dünyada azımsanamayacak kadar fazla. Dünyanın birçok ülkesinde bu nedenle GDO’lu ürünler ve onların sonuçları ile bu ürünlerin tekeli olan Monsanto şirketi protesto edildi. Çünkü insanlar üzerinde bir araştırma yapılmadığı söylense de GDO'lu yemlerle beslenen hayvanların kanser ve böbrek yetmezliği gibi birçok hastalığa yakalandığı ortaya çıktı."
Artık hiçbir şey gizli saklı değil. Yarım asırdan fazladır elimizi verip kolumuzu kaptırmış olsak da var olan yerel tohumlarımıza, geleceğimiz için, insanlık için sahip çıkmak, yerel tohumlar özgür olana kadar mücadele etmek zorundayız..
Ebru Oğuzhan Yeter