Paris Düşerken
Paris Düşerken
İlya Ehrenburg 1891 yılında Ukrayna’nın Kiev kentinde dünyaya geldi. Genç yaşında devrimci harekete katıldı…
17 yaşında kısa bir süre için tutuklandı… Serbest kalınca Paris’e gitti… İlk şiirlerini Paris’te yazdı… 1917 yılında Rusya’ya döndü… 17 Ekim Rusya devriminde Rusya’daydı… O yıllarda onun dünya çapında bir yazar olacağını kimse bilmiyordu… Çeşitli Sovyet gazetelerinin muhabiri olarak Avrupa’da bulundu, makaleler yazdı… Hitler’in savaş tam tamlarını çalmaya başladığı 1930’lu yılların ortalarından, sıcak savaşın Avrupa’yı kavurduğu, hatta soğuk savaşın başlangıcı olan 1950’li yılların başına kadar olan dönemi yazdığı efsanevi üçlemesini (nehir roman) yazdı: “Paris Düşerken”, “Fırtına” ve “Dipten Gelen Dalga”…
Bu üçlemenin ilk kitabı olan bir destan tadındaki “ Paris Düşerken ”i bitirdiğinde elli yaşındaydı (1941).
* * * Konusu küçük bir resim atölyesinde başlayan bu dev romanda, Hitler’in militarist ve yayılmacı politikasına karşı Fransa halkının değişik katmanlarındaki tepkiler adeta bir şiir ustalığı ile anlatılmaktadır… Bu değişik katmanlar içinde kimler yoktur ki? Bir yanda vatanlarını çıkarları uğruna satan iş birlikçiler… Ne yapacağını şaşırmış küçük burjuvaziler… Düşmanla iş birliği içinde bir hükümet… Satılmış gazete patronları… İşgalcilerle çıkar ilişkisine giren sözde elitler… Diğer yanda, yer altında Hitler faşizmine karşı örgütlenmeye çalışan Fransız direnişçilerinin yoksunluklar içinde sergilediği fedakârlıklar… İşgal edilen bir ülke… İşgale uğrayan Paris’i gruplar halinde terk eden Paris’lilerin yaşadıkları trajediler… Örneğin bir sermayedarın oğlu olan içki ve kumar düşkünü Lucien’in aksine, kendi halinde bir ev kızı olan kardeşi Denise’nin, tesadüfen katıldığı bir sanat seminerinde tanıştığı bir direnişçi ile birlikte Fransız direniş hareketine katılması… Grevler… Grev kırıcılar… Ve tüm bu olayların içine ince birer oya gibi örülmüş duygusal ilişkiler… Aşk… * * *
“ Paris Düşerken ” romanını yıllar önce okumuştum…
Başladığınızda bitirmeden bırakamayacağınız türden bir baş yapıt… Bitirdikten sonra büyük bir iştahla üçlemenin devamı olan “Fırtına” ve “Dipten Gelen Dalga”yı da hemen okumuştum… Geçenlerde “Paris Düşerken”i tekrar okudum… Aynı zevki aldığımı söylemeliyim… Üçlemenin kalan ikisini de tekrar okuyacağım… * * * Türkiye’de çok az kitap basılıyor… Uluslararası Yayıncılar Birliğinin 2016 verilerine göre ülkemizde kişi başına 8,4 kitap düşüyor… Ayrıca Türk insanı kitap okumaktan hoşlanmıyor… TUİK verilerine göre kitap okumak ihtiyaç listemizde 235.ci sırada… Çok ürkütücü… Peki, kitap okumaya ayırdığımız süre ne kadar dersiniz? İnanmayacaksınız belki ama günde sadece bir dakika… Yıllar içinde okuma-yazma oranı artmasına rağmen, aynı artışı kitap okumak için harcanan zaman konusunda görmüyoruz… Okumuyoruz vesseleam… * * * “Paris Düşerken” i (ve devamı olan diğer iki romanı) mutlaka okumanızı öneriyorum… Okuduktan sonra da bir süre gözlerinizi kapatmanızı… Ve bundan 80-90 yıl önce faşizme ve onun iş birlikçilerine karşı verilen özgürlük mücadelesini hayalinizde canlandırmanızı… Özgürlük su gibi, ekmek gibidir… Soluk almak gibidir… Olmazsa olmazımızdır… Evet, Ata’mıza yürekten inanıyorum… “Özgürlük ve bağımsızlık kesinlikle bizim karakterimizdir…” Sevgiyle kalın, umutla kalın, kitapla kalın…
Filizay Twitter: @ertugrulfilizay
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.