Had
Had
Had - Yok, izin vermiyor... Günlerdir, en sevdiğim şeyleri yapmaya gayret ediyorum, olmuyor. Ya başladıklarım yarım kalıyor, ya da başlamaya gönlüm izin vermiyor.
Bir kitaba başlamak istesem, konu beğenmiyorum, ya da bir film izlemeye niyetlensem, konunun bir yerinde, aklım başka bir yöne gidiyor. Sanki kahve de eski tadını vermiyor, ya da hayatımın olmazsa olmazı müzik de, kendi "es" lerinde. Velhasıl tatsız bir geçişle, günler sıradan bir sıkıcılık içinde akıp gidiyor. Halbuki yaşamın her bir anının, geçiştirilemeyecek kadar değerli olduğuna inanan ben, iflah olmaz bir yaşam savaşçısıyken bu durağanlık neden ?
Ve neden, ıskalıyorum iki tutam keyfi kendimden ?
Ve yazmam gerekenler, dağ gibi önümde birikmişken, neden iki satır sıradanlık arasında sıkışıp kalıyorum ? Bahar yorgunluğu desem, değil. Ruhum hep baharlarla dolu zaten... Yalnızlık duygusu ise, hiç değil, etrafım güzel yürekli bunca insanla doluyken. Sanırım, bu bir aldatılmışlık duygusu, ya da " had " meselesi...! Hani kibirle, oluşabilecek başarılarla, alınabilecek en üstün sevgiyle, verilenler ya da alınanlarla asla çizgiyi bozmaması gereken bir olgu olan, hatta olması gereken şu "had" meselesi.
Ama birileri bana bunu dayatmaya çalışıyor.
Evet, hem de ne dayatma !!! Halbuki, insan olanın ve insan gibi düşünenin böyle bir dayatmaya ihtiyacı yoktur. Bilir kendini ve neyi ne zaman yapıp yapmayacağını, hatta düşüncelerinde bile bu koşulsuz duygu, en temel yönüdür. Ama bir an gelir ki, had'siz olanın, had bildirmesiyle karşı karşıya kalır. Çık işin içinden... Bugün ne tür bir sevgiden bahsedeyim, hangi aşka dem vurayım bilmiyorum. Kelimeler kendi geçişlerinde ve ben şimdi günlerdir devam eden keyifsizliğimin had'dini yaşıyorum. Reva mı, göreceğiz. Yine de, "mücadele yoksa, umut da yoktur " diyerek, kendimi biraz silkelemeye zorluyorum. Hep sevgiyle...
Fügen Sezer
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.