Dünyayı Değiştiren Lider Mustafa Kemal Atatürk
Dünyayı Değiştiren Lider Mustafa Kemal Atatürk
Bu haftaki sanat yazımda sizlere kendi çalışmamdan bahsetmek istiyorum.
Dünyayı Değiştiren Lider Mustafa Kemal Atatürk - Surinam’ım Paramaribo adlı şehrinde Sanat Akademisi mezuniyet sergimize ‘’ Kirli politikalardan Nefret Ediyorum ! ‘’ başlıklı 14 adet büyük boy tablo ve 2 adet enstalasyon çalışmam ile dahil oldum. Emperyal ve kapitalist devletlerin bizlere perde önünde ve perde arkasında sahneledikleri askeri savaşlar, ekonomik krizler, petrol ve su savaşları, işsizlik, açlık, mülteci sorunları, CIA'in gizli oyunları ve masonik gruplar gibi kirli politik oyunları. Zihinlerin din ve medya aracılığı ile nasıl manipüle edildiğini tüm bunların yanı sıra Adalet sisteminin para ve güç ile nasıl satın alındığını tuvallerime aktardım. Tüm bu kirli ve hesapsız oyunlara karşı gerçek anlamda bir kurtuluş savaşı veren ve Türk milletine yoktan bir vatan armağan eden Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü ve devrimlerini anlatan çalışmamı sizlere yer yer şiirler ve sözlerle anlatmaya çalışacağım. 156 x 94 cm büyüklüğündeki panel üzerinde akrilik boya kullanarak yaptığım Atatürk konulu çalışmamda özellikle vurgulamak istediklerim bir ulusun kaderinin iyi politikalar ve politikacılar tarafından nasıl değiştirilebileceğini hatta bunun en büyük örneğinin Atatürk ve Atatürk devrimleri olduğunu farklı resimler kullanarak kolaj tekniği ile bildiğimiz bilgileri eserime aktarmaya çalıştım. Tek bir kişinin birleştirici ruhu ve aklı ile nasıl bir kurtuluş savaşı verildi ve yeni bir ulus nasıl kuruldu ?
Bugün tüm tarihi gerçeklikleri inkar edenlere sanat aracılığı ile cevap vermek istedim!
Birinci paylaşım savaşı sona ermiş, yurdun herbir karesi düşman postalları altında ezilmeye devam ediyordu... Bir askeri deha 19 Mayıs 1919 da Samsun’a çıktı. Harita üzerindeki koca pastanın dilimleri İngiliz’in, Fransız’ın, İtalya’nın hatta Yunan’ın ağzının suyunu akıtıyordu. Hiç hesaba katmadıkları bu adam inanılmaz bir örgütlenme içinde Erzurum ve Sivas Kongrelerini gerçekleştirir. Artık yurdun herbir yanında vatanın bağımsızlığı için mücadeler verilmeye başlanmıştı. O günleri Nazım Hikmet’in Kuvayi Milliye Destanından okuyalım ki, o dönemi daha net idrak edelim.
Erzurum'da on dört gün sürdü Kongre:
orda, mazlum milletlerden bahsedildi bütün mazlum milletlerden ve emperyalizme karşı dövüşlerinden onların. Orda, bir Şûrayı Millî'den bahsedildi, İrade i Milliye ye müstenit bir Şûrayı Millî'den. Buna rağmen, «Âsi gelmeyelim» diyenler vardı, «makamı hilâfet ve saltanata.» Hattâ casuslar vardı içerde. Buna rağmen, «Bütün aksamı vatan bir küldür» denildi. «Kabul olunmaz» denildi, «Manda ve Himaye...» Buna rağmen, İstanbul'da birçok hanımlar, beyler, paşalar, Türk halkından kesmişlerdi umudu. Yağdırıldı telgraflar Erzurum'a: «Amerikan mandası altına girelim», diye. «istiklâl, diyorlardı, şayanı arzu ve tercihtir, amma bugün bu, diyorlardı, mümkün değil, birkaç vilâyet, diyorlardı, kalacak elde, şu halde, diyorlardı, şu halde, Memâliki Osmaniye'nin cümlesine şâmil Amerikan mandaterliğini talep etmeği memleketimiz için en nâfi bir şekli hal kabul ediyoruz.» Fakat bu şekli halli kabul etmedi Erzurumlu.
Dünyayı Değiştiren Lider Mustafa Kemal Atatürk
4 Eylül 1919'da toplandı Sivas Kongresi,
ve 8 Eylülde Kongrede bu sefer yine ortaya çıktı Amerikan mandası. Ak koyunla kara koyunun geçitte beli olduğu günlerdi o günler. Ve İstanbul'dan gelen bazı zevat, sapsarı yılgınlıklarıyla beraber ve ihanetleriyle birlikte bir de Amerikan gazeteci getirmiştiler. Ve Erzurumlulardan ve Sivaslılardan ve Türk milletinden çok iş bu Mr. Brown'a güveniyorlardı. Bu zevata: «istiklâlimizi kaybetmek istemiyoruz efendiler!» denildi. Fakat ayak diredi efendiler: «Mandanın, istiklâli ihlâl etmeyeceği muhakkak iken,» dediler, «Her halde bir müzaherete muhtacız diyorum ben,» dediler, «Hem zaten,» dediler, «birbirine mani şeyler değildir istiklâl ile manda. Ve esasen,» dediler, «müstakil kalamayız böyle bir zamanda. Memleket harap, toprak çorak, borcumuz 500 milyon, varidat ise 15 milyon ancak. Ve Allah muhafaza buyursun İzmir kalsa Yunanistan'da ve harbetsek, düşmanımız vapurla asker getirir. Biz Erzurum'dan hangi şimendiferle nakliyat yapabiliriz? Mandayı kabul etmeliyiz, hemen.» dediler. «Onlar dretnot yapıyor, biz yelkenli bir gemi yapamıyoruz. Hem, İstanbul'daki Amerikan dostlarımız: Mandamız korkunç değildir, diyorlar, Cemiyeti Akvam nizamnamesine dahildir, diyorlar.» Ve böylece, bin dereden su getirdi İstanbul'dan gelen zevat. Sivas, mandayı kabul etmedi fakat «Hey gidi deli gönlüm,» dedi, «Akıllı, mutlu, sabırlı deli gönlüm, ya İSTİKLÂL, ya ölüm!» dedi.
Bir ulusun kaderi değişiyor ve parçalanan Osmanlıdan genç bir Cumhuriyet doğuyordu.
24 Temmuz 1923 de imzalanan Lozan anlaşması ile Türkiye Cumhuriyetinin tapusu alınmış oldu. Yapacak çok işimiz var diyen Mustafa Kemal ardı ardına devrimler gerçekleştirmeye başladı. Tablonun tam merkezinde çakmak çakmak gözleri ve rahat bir nefes almışcasına arkasına yaslanmış Gazi Mustafa Kemal Atatürk oturuyor. Arkasında şanlanan, binlerce vatan evladının, şehitlerimizin kanı ile sulanmış vatanımızın ay ve yıldızlı al renkli bayrağımızdır. Tablonun arka planındaki kolaj çalışmalarında anlatmak istediğim ise; Gerçekleşen Atatürk devrimlerinin resimli anlatımıdır. 23 Nisan 1920 açılan Türkiye Büyük Millet Meclisi, Türk bayrakları ile donatılmıştır. Temelleri Erzurum ve Sivas Kongresinde atılan meclisin en üstün özelliği ‘’Hakimiyetin Kayıtsız Şartsız Milletin’’ elinde olmasıdır. Meclisten üstün bir kurum yoktur ! Yasama ve Yürütme görevleri TBMM’ne aittir. Hukuka dayalı, demokratik karakterde bir meclistir. Ve gazidir meclisimiz... Meclis hakkındaki görüşlerini Mustafa Kemal Atatürk’ün kendi söylevinden dinleyelim ‘’Millet hakimiyetini almıştır ve isyan ederek almıştır. Alınmış olan hakimiyet hiçbir suretle terk ve iade edilemez. Tevdi edilemez .’’ (1922) ‘’ Milli hakimiyet öyle bir nurdur ki, onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar batar, mahvolur. Milletlerin esirliği üzerine kurulmuş müesseseler her tarafta yıkılmaya mahkumdurlar ‘’ (1924 ) İstikbalin göklerde olduğunu o günlerde anlayan ileri görüşlü büyük önderimiz, tüm halkın bir an önce milli bir eğitim sistemine tabi olup, sosyal hayata katılmasını istemiştir.
Sabiha Gökçen ulusumuz ve Türk kadını için büyük bir semboldür.
Ahmet Emin Yalmana kulak verelim : "Bir kaya parçası...Bir dişi kartal...Bir kahramanlık efsanesi...İlk kadın harp tayyarecisi...Yeni bir günün müjdecisi... Namık Kemâl vatan fikrini henüz kavrayamamış bir millete bu büyük heyecanı tanıtmak için 'Vatan ve Silistre'sinde bir asker kız yaratmıştır. Sabiha Gökçen Namık Kemâl'în kahramanının canlısıdır, hem de yüzlerce defa yamanıdır’’. Ve Halk Evi’’nin önünde Sabiha Gökçen ile birliktedir Büyük Atatürk bu fotoğrafta . 1 Kasım 1928 de Türk harfleri adıyla çıkartılan 1353 sayılı kanunla kabul edilen Harf Devrimi ile başlayan milli okuma–yazma seferberliği ile başlayan çalışmalarda hayata kadınlarında dahil olmasını önemseyen Büyük Atatürk zor ve karışık arap harflerinin kullanılmasından ziyade latin alfabesine geçilerek hızlı bir şekilde Türkçe okur yazar oranının artmasını hedef almıştı. Kolaj tekniği ile kullandığım bu fotoğraf 20 Eylül 1928'de, Kayseri'deki Cumhuriyet Halk Fırkası önünde, Atamız halka yeni Türk harflerini öğretirken çekilmiş. Bir diğer resim ise; Türk kadınına seçme ve seçilme hakkını tanıyan, Türk kadınını omuzlarda yükselten Büyük Atatürk’ün Türk kadınına verdiği önemi anlatmaktadır. 1930 yılından itibaren çıkarılan bir dizi yasa ile önce Belediye seçimlerine katılma, sonra köylerde muhtar olma ihtiyar meclislerine seçilme hakkı tanınan kadınların milletvekili seçme ve seçilme hakları, 5 Aralık 1934'de Anayasa ve Seçim Kanunu'nda yapılan yasa değişikliği ile tanındı. Türkiye'de kadınların katıldığı ilk genel seçimleri, 8 Şubat 1935 yılında yapılan TBMM 5. dönem seçimleridir. Bu seçimlerin sonucunda 17 kadın milletvekili TBMM’ye girdi. Böylece Türk kadını bir çok kurum ve kuruluşta artık yerini almıştı. Köşedeki resimde büyük Atatürk TBMM’de Nutuk okurken. Bugün bile her konuda başvurduğumuz , yol gösteren en değerli kaynaktır Nutuk. Büyük Atatürk’ü bize en güzel anlatan Metin Aydoğan hocamızın Nutuk ile ilgili yazdığı yazıdan kısa bir kesiti de bilgi amaçlı paylaşıyorum. Atatürk, 15 Ekim 1927 Cuma günü okumaya başladığı Nutuk’u, günde altı saat okuyarak altı günde bitirdi. Yazmaya başlamadan önce; dokuz ay boyunca bilgilerini yeniledi, belge topladı ve mücadele arkadaşlarıyla sıkça bir araya geldi. Düşüncelerini yazıya dökerken, yakın çevresinin görüş ve değerlendirmelerini aldı. Anımsayamadığı ayrıntılar için, olayları birlikte yaşadığı insanları bulduruyor, onların görüş ve değerlendirmelerini alıyordu. Değinmek istediği bir olayı birkaç kanaldan doğrulamadan kullanmıyordu. Gerçeği yansıtamama ya da yanlış kanı uyandırma kaygısı, çalışmasının her aşamasına egemendi. Doğruluğunu gördüğü uyarıları kesinlikle değerlendiriyor, uyarılara hak verdiğinde, günler süren çalışmasını yeniden ele almaktan çekinmiyordu. İçeriğe olduğu kadar yazılıma da önem veriyordu. Yazdığı notları derleyip son biçimini verirken, beş yüz sayfalık yapıtı kendi elleriyle yazdı; yüzlerce belgeyi, bizzat kendisi toplayıp değerlendirdi. Tümceler ve sözcükler üzerinde titizlikle duruyor, dil bilgisi kurallarına aşırı özen gösteriyor; uygun sözcük kullanımına önem veriyordu Nutuk’un okunduğu kürsünün altına ise Büyük Atatürk’ün manevi kızı küçük Ülkü’nün fotoğrafını göreceksiniz.
Ülkü adeta o yaşına rağmen büyük bir dikkatle Nutuk dinler gibidir.
Bir diğer fotoğrafta güzel Atam güzel sanatlar akademisini ziyaret ediyor. Büyük Atatürk, kültür alanında Türk milletinin atılım yapmasını istediği için resim, heykel, müzik, sahne sanatları, mimari gibi bütün sanat dallarıyla yakından ilgilenmişti. Büyük Atatürk, sanata verdiği değeri, 13 Şubat 1923’te İzmir’de bir okulun açılışında şeref defterine şunları yazar; ‘…vasıl olmaya mecbur bulunduğumuz seviyeye, bugünkü kadar uzak kalışımızın mühim sebeplerinden birinin sanata ve sanatkarlığa layık olduğu derecede ehemmiyetin verilmemiş olmasıdır. ’ Türk toplumunun en kısa zamanda aydınlanması için tüm kurumlara verdiği desteği şu sözleri ile ifade etmiştir. “Güzel sanatların her şubesi için, kamutayın göstereceği alâka ve emek, milletin insanî, medenî hayatı ve çalışkanlık veriminin artması için çok tesirlidir. ‘’ İstanbul’da 1868 yılında kurulan ilk müze ve Cumhuriyet döneminde Güzel Sanatlar Akademisi’ne dönüştürülen Mekteb-i Sanayi-i Nefise-i Şahane’de 1883’de eğitime başlanmıştı. Mühendislik, tıp gibi müzik alanında da Batı ile ilk temas askerlik yoluyla olmuş, 1831’de İstanbul’a gelen Giuseppe Donizetti bir askeri bando kurarak Mızıka-yı Hümayun’da dersler vermişti. Atatürk bu çalışmaları sistemli hale getirerek sanatı devletin ödevleri arasına almıştır. Ankara’da kurulan Musiki Muallim Mektebi, 1936’da Devlet Konservatuarı’na dönüştürüldü. Buradan mezun olanlar da Türk Devlet Tiyatrosu, Devlet Operası ve Balesi’ni kurmuşlardır. Aynı biçimde resimle ilgili olarak da Gazi Eğitim Enstitüsü’nde Resim- İş ve Müzik bölümleri açılmış, 1932’den başlayarak Halkevleri aracılığıyla güzel sanatlar alanındaki çalışmalar Anadolu’ya yayılmıştır. Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın kurulması, Güzel Sanatlar Akademisi’nin İstanbul Fındıklı’daki sürekli binasına kavuşturularak yurt dışından davet edilen öğretim üyeleri ile güçlendirilmesi, Dolmabahçe Sarayı Veliaht Dairesi’nin Atatürk’ün talimatıyla Resim ve Heykel Müzesi haline getirilmesi, Atatürk’ün şehircilik çalışmalarıyla yakından ilgilenmesi, ülkenin çeşitli yerlerinde, örneğin Konya’da 1926’da, Eski Eserler Müzeleri’nin açılarak Selçuklular’a ve diğer dönemlere ait sanat eserlerinin derlenmesi güzel sanatlarla ilgili diğer önemli çalışmalardır. Türk milli sanatının İslâm sanatından ayrı olarak ele alınması da Atatürk’ün yönlendirmeleriyle gerçekleşmiştir. Laiklik ilkesi ve Medeni Kanun’un kabulü ile Türk kadınları da sanatla ilgili çalışmalara başladı ve büyük başarılar elde ettiler. Türk İnkılabının eşsiz olduğunu gösteren diğer fotoğrafları ise tablonun alt kısmında bir araya getirmeye çalıştım. Dünyada çocuklara bayram hediye eden ne bir millet ne de lider vardır. Bunun ilk öncüsü gene bizim Atamızdır. Savaşlarda öksüz ve yetim kalan Türk çocuklarını bağrına basan Gazi Mustafa Kemal Paşa, ilk kez resmi olarak 23 Nisan 1927 de çocuklara bu bayramı armağan etmiştir. Himaye-i Etfal Cemiyetinin yıllarca süren çalışmaları ise bu bayramla taçlandırılmıştır. 23 Nisan 1921, 23 Nisan'ın Milli Bayram Addine Dair Kanun ile, Türkiye'nin ilk ulusal bayramı olmuştur, 1Kasım 1922 de saltanatın kaldırılması ile daha sonra 23 Nisan TBMM açılış yılı ile birleştirilerek Ulusal Egemenlik Bayramı olarak kabul edilmiştir. 1929 yılına kadar artan ilgi ile çocuk bayramı 23-30 Nisan tarihlerinde çocuk haftası olarak kutlanmaya başlar. 70 ‘li yıllara gelindiğinde bayramın ünü dünya çapında yayılır ve büyük ilgi, alaka görmeye başlar. 1979 yılının UNESCO tarafından Dünya Çocuk Yılı olarak duyurulması üzerine, TRT tarafından dünyanın bütün çocuklarını kucaklamayı amaçlayan bir proje hazırlanır ve 1979 yılından itibaren TRT Uluslararası 23 Nisan Çocuk Şenliği adıyla uygulamaya geçen şenlikler yıllarca kutlandı.
Hepimizin kutlu ve mutlu bayramı oldu 23 Nisan.
1980 askeri darbe döneminde Milli Güvenlik Konseyi bayramlar ve tatillerle ilgili kanunda yaptığı değişiklikle o güne kadar kanunen adı konmamış bir şekilde kutlanan bayrama "Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı" adını vermiştir. Acı olan ise darbeciler çocuk bayramını resmileştirerek kendilerine pay biçmişler. Gazi Mustafa Kemal Paşa, toprak reformları ile topraksız çiftçiyi topraklandırıp, ekip, biçen ve üreten bir Anadolu modeli yaratmayı da hedefledi. İlk çalışmaları bildiğimiz gibi bizzat çorak Ankara’yı yeşillendirme çalışmalarına başladı. Bugün talan edilen Atatürk orman çiftliği ve içinde yetiştirilen hayvanları ve fabrikaları ile birer örnek çiftlik model olmuştu tüm Türkiye’ye. İşte bu yüzden Atamızın bizzat Atatürk Orman Çiftliğinde çalışırken ve inceleme yaparken ki birkaç kare fotoğrafını kullandım kolaj çalışmamda. Büyük Atatürk, 1937 yılında TBMM ‘yi açış konuşmasında : ‘’Milli ekonominin temeli ziraattır. Bunun içindir ki , ziraatte kalkınmaya büyük önem vermekteyiz... Fakat bu hayati işi isabetle amacına ulaştırabilmek için ilk önce, ciddi etütlere dayanan bir ziraat siyasetini tespit etmek ve onun içinde her köylünün ve bütün vatandaşların kavrayabileceği ve severek tatbik edebileceği bir ziraat rejimi kurmak lazımdır... Bu siyaset ve rejimde önemle yer alabilecek başlıca noktalar şunlardır : Bir defa memlekette topraksız çiftçi bırakılmamalıdır. Bundan daha önemli olanı ise, bir çiftçi ailesini geçindirebilecek toprağın hiçbir suret ve sebeple bölününemez bir mahiyet almasını, büyük çiftçi ve çiftlik sahiplerinin işletebilecekleri arazi genişliğini arazinin bulunduğu memleket bölgelerinin nüfus kefasetine ve toprak verim derecesine göre sınırlamak lazımdır ‘’ der. Fotoğrafların en güzeli ise tüm Anadolu halkının elinde Türk bayrakları ile ‘’ Biz Cumhuriyeti Böyle Kurduk ‘’ yazılı dözivdir. 29 Ekim 1923 yılı İkinci Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisinin oturumunda Gazi Paşa Mustafa Kemal ‘in hazırladığı anayasa değişikliği teklifinin kabul edilmesi ile Türkiye Devleti’nin yönetim şekli Cumhuriyet olarak belirlenir. Türk toplumunu çağdaşlaştırmayı hedef alan Türk Devrimi’nin en büyük parçası, yenileşme ve reformların önünü açan siyasal bir inkılaptır Cumhuriyetin ilanı. Teşkilatı Esasi kanunun birinci maddesi "Hâkimiyet, bilâkaydü şart Milletindir. İdare usûlü halkın mukadderatını bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına müstenittir.
Türkiye Devletinin şekl-i Hükûmeti, Cumhuriyettir".
Anayasanın diğer maddelerinde yapılan değişiklikler ile cumhurbaşkanlığı makamı oluşturulmuş; Cumhurbaşkanının Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından kendi üyeleri arasından seçileceği öngörülmüş; hükûmetin kuruluş usulü değiştirilmiştir. Hükûmetin kuruluş şeması bakımından meclis hükûmeti sisteminden vazgeçilerek parlamenter sisteme geçilmiştir. Tuvalime aktardığım Atamızın en çok bilinen resimlerinden biridir. Fakat burada başka bir noktaya daha dikkat çekmek istedim. Dikkatinizi çektiyse Büyük Atatürk benim tuvalimde kahve içmiyor elinde bir kalem bulunuyor ! İşte bu kalem ile anlatmak istediğim ise Mustafa Kemal Atatürk’ün ‘’ Yurtta barış ,Cihanda Barış ‘’ sözü ile tüm komşularımız ile imzaladığı barış ve pakt anlaşmalarıdır. Büyük Önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü ve silah arkadaşlarını büyük bir minnet ve saygı ile anıyorum. Sayfalarca yazı yazsak, yaptıklarını anlatsak genede eksik kalır.
Ben kendimce sanatın gücünü ile fırça darbelerimi kullanarak anlatmak istedim sizlere Büyük Atatürk’ü Atamızı.
Aslında en büyük eser Mustafa Kemal Atatürk’ün eseridir yani Türkiye Cumhuriyetidir. Vatanımızı koruyup kollamak ise bizim en büyük vazifemizdir. Bugünün siyasetçilerine Atamın sözleri ile cevap vermek istiyorum ‘’ Yolunda yürüyen bir yolcunun, yanlız ufku görmesi kafi değildir. Muhakkak ufkun ötesini de görmesi ve bilmesi lazımdır. ‘’ Sonsuz saygı ve sevgilerimle selamlıyorum bize armağan edilen güzel ülkemi ve güzel ülkemin güzel insanlarını.
Meltem Karakoyun Saraçoğlu
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.