Cennetten Mektup Var
Cennetten Mektup Var
Adım Özgecan Aslan. Tarsus’taki Çağ Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Psikoloji Bölümü 1'inci sınıf öğrencisiydim.
Cennetten Mektup Var “ Okuldan çıktıktan sonra, Mersin'deki evimize gitmek için bir arkadaşımla birlikte şoför Suphi Altındöken'in minibüsüne bindim. Tarsus'ta oturan arkadaşım inince minibüste bir tek ben kaldım. Şoför, Mersin'e D-400 karayolundan gitmesi gerekirken güzergâh değiştirerek Tarsus-Mersin Otoyoluna doğru saptı. Sürücünün güzergâhını değiştirmesinden şüphelendim. Kaçırılıp başıma kötü bir şey geleceğini anlayınca tepki gösterip, Suphi Altındöken ile tartışmaya başladım. Yola devam edip minibüsü tenha bir yerde durduran Suphi Altındöken bana tecavüz etmeye kalkıştı. Yanımda taşıdığım biber gazını sıkarak karşı koymaya çalıştım. Direndim ama boşuna. Kaba kuvvet kullandı. Boğuşma sırasında tırnaklarımı yüzüne geçirdim. Daha da hiddetlendi. Sonra, bıçağını çıkarıp bana defalarca sapladı ardından araçta bulunan demir çubukla bana acımasızca vurmaya başladı… Ve ben öldüm…
Cennetten Mektup Var
Beni öldürdükten sonra cesedimle birlikte Tarsus'a dönüp babası Necmettin Altındöken ve arkadaşı Fatih Gökçe'den yardım istedi. Onlar da gelince birlikte cesedimi ortadan kaldırmak için benzin alıp ormanlık bölgeye götürdüler ve Cin Deresi’nde bedenimi yaktılar… Ben cennete uçarken yaşamam gereken güzel günlerimi, mesleğimi, anne olma hayalimi, çocuklarımı parka götürüp eğlendirmeyi, onları büyütüp evlendirmeyi, torun sahibi olmayı, velhasıl tüm hayallerimi sizlere bıraktım.” Ben Özgecan Aslan. Size cennetten sesleniyorum. Beni işte böyle öldürdüler… “ * * *
Cennetten Mektup Var
Ülkemizde kadınlar 20 Mart 1930'da belediye seçimlerinde seçme hakkı kazandılar. 1933'te muhtar seçme ve köy heyetine seçilme hakkı getirildi. Milletvekili seçimlerinde seçme ve seçilme hakkına ise 5 Aralık 1934'te yapılan anayasa değişikliğiyle kavuştular.
Bu ansiklopedik bilgileri hepimiz biliyoruz.
Osmanlı’dan önceki Türk toplumlarında kadınlara verilen değeri aklımızda tutarak söylemek isterim. Atatürk’ün kafasında da daima kadına saygıya ve kadın-erkek eşitliğine dayanan bir toplum özlemi olduğunu biliyoruz. Ne var ki, yüzyıllarca erkek-egemen olagelmiş bir toplumun kolayca kadın-erkek eşitliğinin tam anlamıyla sağlandığı bir topluma dönüşmesinin ne denli güç olduğunu da bilmek zorundayız… Bakınız: İlk kadın bakanımız Prof. Dr. Türkan Akyol, Cumhuriyetin ilanından 48 yıl sonra 1971 yılında kabinede yer almıştır. İlk seçilmiş kadın rektör yine Prof. Dr. Türkan Akyol 1980 yılında, Cumhuriyetin ilanından 57 yıl sonra göreve gelmiştir. (Geçen Eylül ayına kaybettiğimiz bu değerli insanı saygıyla anıyorum) İlk kadın başbakan Prof. Tansu Çiller (1993), Cumhuriyetin ilanından tam 70 yıl sonra göreve gelebilmiştir. 1950 yılında %0,6 oranında meclise giren kadınlar 2015 yılında %13 oranında meclise girebilmiştir. Kadınların TBMM’de temsil oranlarında yıllara göre bir artma olmasına karşılık bu yeterli midir? Bence değildir. Özellikle bakanlarının yarısı kadın olan Kanada aklımıza gelince… Peki, Norveç’in 2008 yılından beri, özel şirketlerin yönetimlerinde en az yüzde 40 oranında kadın bulunması gibi bir şart uyguladığını ve 2009 yılında Jens Stoltenberg liderliğinde kurulan Norveç kabinesindeki 19 bakandan 10’unun kadın olduğunu duymuş muydunuz? * * * Zaman içinde yavaş yavaş da olsa kadının toplum içindeki rolü giderek ağırlık kazanmakta iken… Ne olduysa 2000’li yılların başında oldu…2002 yılında iktidara gelen partinin ilk işi kadınlara el atmak oldu…
Çünkü topluma yol gösteren, toplumu biçimlendiren kadındır, anadır.
Toplumun hiç gündeminde olmadığı halde, türban sorunundan tutun, bir ailenin kaç çocuk yapması gerektiğine kadar kadını ilgilendiren her konuya el atıldı… Kadını resmen aşağılayan demeçler yandaş basında sıkça yer almaya başladı. Yok efendim hamile kadın sokağa çıkmamalıymış, yok efendim kadın kahkaha atmamalıymış, yok efendim kadın yalnız sokağa çıkarsa evine dönünceye kadar kaç erkek onu gördüyse o kadar zina yapmış sayılırmış… Okullarda kızlarla erkeklerin merdivenlerini ayırmak şartmış… Yani tek amaç kadın ile erkeği birbirinden soyutlamak… Kadın-erkek ayırımını bu noktaya getirirseniz, 4 yaşındaki kız çocuklarına türban taktırıp onları cinsel birer obje haline getirirseniz ne olur? Ya erkek çocuklarına tecavüz olayları artar, ya da kız çocukları daha 4 yaşında cinsel taarruza açık bir hale gelir…
Alın size yontma taş devri…
Bu, toplumu toplu bir şekilde kıyıma uğratmaktır… Çünkü bu tür beyanları veren; ya bakan, ya yandaş basının tarihçi, sosyolog vs. diye pazarlamaya çalıştığı yobazlar, ya da kendi atadıkları rektör, okul müdürü vs. gibi kişiler… Sonuçta tüm bu kadını aşağılama kampanyaları zaman içerisinde sonuç verdi. Kadın-erkek eşitliği için yol almaya çalışırken, toplumun en azından yarısına yakını cinsel anlamda gerilimli bir toplum oldu çıktı… Özellikle son 6-7 yıl içinde artan tecavüz olaylarına bir bakın. Bunun ötesinde cinsel açlığını gidermek için arabanın egsozuna, damacanaya, rulmana tecavüz edenlere bir bakın.
Bu, toplumun zıvanadan çıkması değilse nedir?
Ve sonunda müftülere nikâh kıyma yetkisi de verildi. Basından ve sosyal medyadan izlediğim kadarıyla bunun zinayı artıracak bir yasa olduğunu iddia edenler var.
Ben bu düşünceye katılmıyorum.
Bence bu yasa tamamıyla “çocuk gelinler”i yaygınlaştırmaya, kız çocuklarını gelecekte toplumsal yaşamın dışında tutmaya ve tecavüzcüleri güvence altına almaya, hatta zaman içinde şeriatla yönetilen ülkelerdeki gibi çok eşliliğe yol açacak bir ortaçağ yasasıdır… Bu yasayı çıkaranlar, Atatürk’ün Cumhuriyetimizle yaratmaya çalıştığı çağdaş toplum düzenine kin duyan, kendi karanlıklarında büyümüş/büyütülmüş, bilim ve sanattan söz ettiğinizde gözüne ışık tutulmuş tavşanlar gibi kalakalan, Cumhuriyetimizden intikam almak isteyen, cihat etmeyi matematikten bile üstün gören ezikler topluluğudur… * * * Artık İnternetten rahatça silah satılıp alınabiliyor… Umut Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi Dr. Ayhan Akcan 'ın paylaştığı bilgiler ülkemizde bireysel silahlanmanın geldiği inanılmaz noktayı gözler önüne seriyor. Akcan, Türkiye'de her iki evden birinde silah olduğunu, bunların yüzde 85'inin ruhsatsız olduğunu ve son 10 yılda ruhsatlı-ruhsatsız silah sayısının 10 kat arttığını belirtiyor… Peki, bu silahlanma ne işe yarıyor? Aşağıdaki verileri Dilek Üğüden’in Kasım 2015 tarihinde yayınlanan
Cennetten Mektup Var
“Son 5 yılda İşlenen Kadın Cinayetlerinden Çarpıcı 11 İstatistik” başlıklı yazısından aldım: “Türkiye’de 2010-2015 yılları arasında en az 1134 kadın öldürüldü… *Beş yılda öldürülen kadınlardan 608’inin faili kocası veya eski kocasıydı… *161’inin faili erkek arkadaşı veya eski erkek arkadaşıydı…213’ünün faili ailedeki erkekler (babası, oğlu, erkek kardeşi, damadı, kayınpederi) veya akrabasıydı… *134 cinayetin; 217‘sinde kadına yönelik sistematik şiddet, taciz veya tehdit vardı… *141’i şiddet ve taciz karşısında kadınların, güvenlikleri için resmi bir kuruma başvurmasına rağmen yaşandı…
*225 cinayet, kamuya açık alanda yaşandı…
*Kadının işyeri ve evin önünde gerçekleşen cinayetler ise erkeğin kadını takibini içeren planlı cinayetlerdi…” Bu veriler, bilinçli olarak cahil bırakılan ve aynı zamanda rahatça silah edinmesi mümkün kılınan bir toplum için kaçınılmaz bir sonuçtur. Durum böyle olunca, konunun, geçmişte tek tük rastladığımız “töre cinayeti” veya “cinnet geçiren koca” başlığıyla basında rastladığımız haberlerin çok ötesinde bir noktada olduğumuzu anlatmaya yeter. Şort giydiği için tekme atan sapığı serbest bırakırsanız, “Bir yaşındaki kızla evlenilebilir” diyen sapığa yandaş kanallarınızda yer verirseniz, “Annenizin dizinden tahrik olabilirsiniz” diyen Diyanet İşleri’nin Alo Fetva hattına gıkınız çıkmazsa; “Anamız, avradımız, yârimiz” diyerek el üstünde tutmamız gereken, “Uğruna ölümlere gidip gelmemiz gereken” aziz kadınlarımızdan cennetten alacağınız mektuplar hep aynı olacaktır: “Ben cennete uçarken yaşamam gereken güzel günlerimi, mesleğimi, anne olma hayalimi, çocuklarımı parka götürüp eğlendirmeyi, onları büyütüp evlendirmeyi, torun sahibi olmayı, velhasıl tüm hayallerimi sizlere bıraktım.
Ben Özgecan Aslan.
Size cennetten sesleniyorum. Beni işte böyle öldürdüler…” İnancım o dur ki, Kurtuluş Savaşımızda askerlerimize yalın ayaklarıyla çamurlara bata çıka silah, cephane, erzak taşıyan kahraman Türk kadını, kendisini şeriat çarşaflarına sokacak dayatmalara “HAYIR” diyecek, yanına erkeğini de alarak “Ben anayım, doğuran benim, üreten benim, Cumhuriyeti ben kurdum, siz de kim oluyorsunuz ki” diyecektir… Sağlıkla kalın…
Ertuğrul Filizay
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.