Arı

Yazarlar 06.07.2018 - 21:39, Güncelleme: 18.10.2023 - 22:02 20881+ kez okundu.
 

Arı

Arı Tüm dünyada, 20 bin çeşit arı popülasyonu (çeşit - tür) bulunuyor.
Sadece Anadolu ve Trakya'da ise 10 bin çeşit arı popülasyonu olduğu bilimsel bir gerçek olarak anlatıldı. Memleketimizin, toprağı içinde bulunan bakteri sayıları, doğada bulunan bitki çeşitliliği, daha doğrusu memleketimiz üzerinde yaşayan her türden canlı sayısı açısından, Anadolu ve Trakya'nın, dünyada, eşi ve benzeri yok. Denizli'den bazı arkadaşlar, geçenlerde Denizli dağları üzerinde buldukları midye kabuklarının fotoğraflarını paylaştılar. Çok uzun zaman önce, Anadolu'nun deniz altında bulunduğunu, Afrika kıtasının her geçen gün Anadolu altına girmeye devam ettiğini biliyoruz. Eğer böyle devam ederse, çok uzun zamanlar sonra, Mısır sahilleri ve Antalya, komşu olacak. Toroslar belki de dünyanın en yüksek dağları olacak. Belki milyon yıl sonra. Bundan 16 bin sene önce, deniz seviyesinin şu anki seviyeye göre -160 metre olduğunu biliyoruz. Sonra buzul çağı sona ermeye ve buzlar erimeye başladı. Belki de Marmara o zamanlar çok küçük bir göldü. Sonra deniz oldu. Yaşam devam ediyor. Memleketimizde bulunan arı çeşidinin, dünyada bulunan toplam çeşidin yarısı olması konusu aslında çok önemli. Bu bir bereket göstergesi. Aslında bir cennette yaşıyoruz. Anadolu'nun jeolojik yapısı da çok zengin. Özellikle toryum madeni, önümüzdeki bin yılların, güneş ve su ile birlikte en önemli enerji kaynağı. Bu zenginlikler, havanın kokusuna, suyun tadına yansıyor. Dünyanın en önemli nimetlerine sahibiz. Tam üzerinde bulunuyoruz. Arı çeşitliliği, bunun en önemli göstergelerinden biri. Zor bir coğrafyadayız. Bir geçit noktasındayız. Medeniyetlerin buluştuğu, kesiştiği, savaştığı en kritik bölgedeyiz. Ve muhteşem Anadolu. Memleketimiz. Medeniyetlerin sel yatağı. Kimler geldi, kimler geçti... Anadolu doğasının eşsizliği ve coğrafyasının en kritik ve en stratejik coğrafya olması, aslında belki de derin anlamlar içeriyor. Ve biz Yaratana ve elçisi Muhammed'e, inanıyoruz. Sanki, bizimle doğa aracılığı ile konuşuyorlar. Bizimle bir küçücük arı vasıtası ile konuşuyorlar. Ve soruyorlar, hala görmüyor musun? Diyorlar ki: "Alnının teri yere düşmeden, senin hakkını verdim. Görevlerin zor, coğrafyan zor, lakin bak seni en baştan ödüllendirdim. Sen farkına var ve var ki, aklını kullan. Oku... " Diyorlar ki: Görevlerin var... Peki bu görevler nedir ve nasıl yerine getireceğiz? Ve daha önce bu görevleri yerine getirdik mi? O zaman yüzümüzü ilk önce Kur'an’a dönüyoruz. Okuyoruz. Görevler görüyoruz. Eşitlik, dürüstlük, ahlak, adalet, eğitim, üretim görüyoruz. Ve sonra yüzümüzü aydınlarımıza dönüyoruz. Örneğin Sn. Metin Aydoğan’a dönüyoruz. Sn. Cihan Dura’ya, Sn. Banu Avar’a dönüyoruz. Dönüyoruz ve soruyoruz. Biz daha önce, bu görevleri yerine getirdik mi? Ve bitmek bilmeyen bilgiler gelmeye başlıyor. Meğer ki biz daha sormayı öğrenmeden, yanıtlar zaten yazılmış… Binlerce yıl, bir an oluyor ve gözlerimizin önünden geçiyor. Şaşırıyoruz. İslamiyet öncesinde de Şura ve Meşveret ( oy ve cumhuriyet ) ayetlerinin zaten uygulanıyor olduğunu görüyoruz. Meğer adı oy imiş, kurultay imiş. Peygamber Efendimizin doğumundan 250 yıl önce, köleliği yasaklayan ve kendi toplumunda zaten kullanmayan bir Attila görüyoruz. Tarihi boyunca, köle olmayan, köle kullanmayan ve kullanılmasına izin vermeyen bir millet görüyoruz. Oylama görüyoruz. 2000 koyunu olan ile bir koyunu olanın oylarının eşit olduğunu öğreniyoruz. Zaman hızla geçmeye devam ediyor. Türk'ün duruşu değişmiyor. Bir Alparslan geliyor. Usulsüz toplanan vergiyi, tek bir buğday tanesi kalana kadar geri dağıtın diyor... Malazgirt. Bilekler pusatları kuşandı. Atların kuyrukları bağlandı. Bembeyaz kefenler giyildi, zaman yine savaşa durdu. Sayıları azdı. O bileğe güç veren neydi? Meğer tek bir buğday tanesiymiş... Adaletmiş, ruha iman, bedene güç katan ve meydanı zaferlendiren… Yine zaman hızla geçiyor. Henüz Türk törelerini koruyan Osmanlı, Avrupa'ya giriyor. Ya da Türk, Avrupa'ya geri dönüyor. Soyluluk! almış, yürümüş. Eşitlik yok olmuş. Liyakat hiç var olmamış. Bir toprak düzeni kuruyor Osmanlı. Henüz dünyada eşi ve benzeri olmayan... Zaman yine geçiyor. Türk'ü örnek almayan Fransız soylusu ağır bir bedel ödüyor. Giyotin çok keskin. Fransız düşünürler yazıyor, anlatıyor, halk en sonunda davranıyor. Betere, beter davranıyor. Fransız düşünürler, Sultan Mesud anlatırdı oysa. Laiklik derlerdi, Sultan Mesud başardı derlerdi. Türk'ler yaptı ise bundan 600 sene evvel, biz de yapabiliriz derlerdi. Yapmaları gerekiyordu, yanlış hükümlerle yorumlanmış Katolik baskı Avrupa’nın her yerinde insanları yakıyordu.... Zaman yine geçti, töreler yine unutulmaya yüz tuttu. Oysa töre basit ve kolaydı. “Namussuzluk kapıdan girerse, pencereden dışarı çıkılmalıydı”. Bu kadar kolaydı. Tek cümleye sığardı. Ağır geldi kibrin yükü. Taşıyamayanlar çoğaldı. Önce töre bozuldu, sonra birlik, sonra da dirlik… Düzen bozuldu. Düzen bozuldukça, olan millete oldu. Düzeni bozanlar ise saraylar kurdu, içine girdi, kan rengi yüzükler taktı. Sırmalı kaftanlara sarınıp, altın kabzalı kılıçlar kuşandı. Bıkmadılar, doymadılar… Halk da neydi ki onlara göre, “etrak-ı bi idraktan başka?” Unutan yöneticiler çok oldu mu, azan yöneticiler daha çok oldu. “Anadolu, Türk’lere bırakılamayacak kadar değerli idi. Zaten Türk’ler insanlığın kanser hücresi idi. Kazınmalıydılar, yok edilmeliydiler”. Öyle diyordu bir İngiliz yönetici. Öyle anlattılar, dünyanın her bir yanına. Topladılar gençlerini, dayandılar kapıya… Arı gibi çok sandılar kendilerini. Bilemediler, cennet vatanın asıl çokluğunu! Çokluk, tek bir buğday tanesiydi… Bir buğday tanesi içine saklanmış en büyük nimetti, adalet, eşitlik, dürüstlük ve ahlak. Bu ahlak, dünya kadar büyüktü. Yurtta sulh, dünyada sulh’tü… Öncü arılar var. İlk keşfi yapıyorlar. Sonra kovan önüne geliyorlar. Aslında kovan içindekilere koordinat veriyorlar. Kovan içindekiler, yani bizler, bu koordinatlara göre yön buluyoruz. Şu anda yaptığımız, hala eski ve yeni önderlere bakmak, koordinatları çözmeye çalışmak. Tam çözemedik bir türlü. Ama eğer bir çözer isek, bu kovanın içi çok dolu. Hem dolu, hem de çok doluyuz. Çok mevsimler geçti. Anadolu yine kurumaya yüz tuttu. Biz ne zaman davranacağız ve kanatları doğru yöne çırpacağız? Henüz bir iş yapmadık. Memleketin tamamında örgütlenmek gerekiyor. Bu iş nasıl yapılır? Nasıl kotarılır? Zor mesele. Ama belki de çok kolaydır. Hele bir davranalım. Biz Anadolu’yuz. Toprak donlarımızı kuşanalım. O.U.
Arı Tüm dünyada, 20 bin çeşit arı popülasyonu (çeşit - tür) bulunuyor.

Sadece Anadolu ve Trakya'da ise 10 bin çeşit arı popülasyonu olduğu bilimsel bir gerçek olarak anlatıldı. Memleketimizin, toprağı içinde bulunan bakteri sayıları, doğada bulunan bitki çeşitliliği, daha doğrusu memleketimiz üzerinde yaşayan her türden canlı sayısı açısından, Anadolu ve Trakya'nın, dünyada, eşi ve benzeri yok. Denizli'den bazı arkadaşlar, geçenlerde Denizli dağları üzerinde buldukları midye kabuklarının fotoğraflarını paylaştılar. Çok uzun zaman önce, Anadolu'nun deniz altında bulunduğunu, Afrika kıtasının her geçen gün Anadolu altına girmeye devam ettiğini biliyoruz. Eğer böyle devam ederse, çok uzun zamanlar sonra, Mısır sahilleri ve Antalya, komşu olacak. Toroslar belki de dünyanın en yüksek dağları olacak. Belki milyon yıl sonra. Bundan 16 bin sene önce, deniz seviyesinin şu anki seviyeye göre -160 metre olduğunu biliyoruz. Sonra buzul çağı sona ermeye ve buzlar erimeye başladı. Belki de Marmara o zamanlar çok küçük bir göldü. Sonra deniz oldu.

Yaşam devam ediyor.

Memleketimizde bulunan arı çeşidinin, dünyada bulunan toplam çeşidin yarısı olması konusu aslında çok önemli. Bu bir bereket göstergesi. Aslında bir cennette yaşıyoruz. Anadolu'nun jeolojik yapısı da çok zengin. Özellikle toryum madeni, önümüzdeki bin yılların, güneş ve su ile birlikte en önemli enerji kaynağı. Bu zenginlikler, havanın kokusuna, suyun tadına yansıyor. Dünyanın en önemli nimetlerine sahibiz. Tam üzerinde bulunuyoruz. Arı çeşitliliği, bunun en önemli göstergelerinden biri. Zor bir coğrafyadayız. Bir geçit noktasındayız. Medeniyetlerin buluştuğu, kesiştiği, savaştığı en kritik bölgedeyiz. Ve muhteşem Anadolu. Memleketimiz. Medeniyetlerin sel yatağı. Kimler geldi, kimler geçti... Anadolu doğasının eşsizliği ve coğrafyasının en kritik ve en stratejik coğrafya olması, aslında belki de derin anlamlar içeriyor. Ve biz Yaratana ve elçisi Muhammed'e, inanıyoruz. Sanki, bizimle doğa aracılığı ile konuşuyorlar. Bizimle bir küçücük arı vasıtası ile konuşuyorlar. Ve soruyorlar, hala görmüyor musun? Diyorlar ki: "Alnının teri yere düşmeden, senin hakkını verdim. Görevlerin zor, coğrafyan zor, lakin bak seni en baştan ödüllendirdim. Sen farkına var ve var ki, aklını kullan. Oku... "

Diyorlar ki: Görevlerin var...

Peki bu görevler nedir ve nasıl yerine getireceğiz? Ve daha önce bu görevleri yerine getirdik mi? O zaman yüzümüzü ilk önce Kur'an’a dönüyoruz. Okuyoruz. Görevler görüyoruz. Eşitlik, dürüstlük, ahlak, adalet, eğitim, üretim görüyoruz. Ve sonra yüzümüzü aydınlarımıza dönüyoruz. Örneğin Sn. Metin Aydoğan’a dönüyoruz. Sn. Cihan Dura’ya, Sn. Banu Avar’a dönüyoruz. Dönüyoruz ve soruyoruz. Biz daha önce, bu görevleri yerine getirdik mi? Ve bitmek bilmeyen bilgiler gelmeye başlıyor. Meğer ki biz daha sormayı öğrenmeden, yanıtlar zaten yazılmış… Binlerce yıl, bir an oluyor ve gözlerimizin önünden geçiyor.

Şaşırıyoruz.

İslamiyet öncesinde de Şura ve Meşveret ( oy ve cumhuriyet ) ayetlerinin zaten uygulanıyor olduğunu görüyoruz. Meğer adı oy imiş, kurultay imiş. Peygamber Efendimizin doğumundan 250 yıl önce, köleliği yasaklayan ve kendi toplumunda zaten kullanmayan bir Attila görüyoruz. Tarihi boyunca, köle olmayan, köle kullanmayan ve kullanılmasına izin vermeyen bir millet görüyoruz. Oylama görüyoruz. 2000 koyunu olan ile bir koyunu olanın oylarının eşit olduğunu öğreniyoruz. Zaman hızla geçmeye devam ediyor. Türk'ün duruşu değişmiyor. Bir Alparslan geliyor. Usulsüz toplanan vergiyi, tek bir buğday tanesi kalana kadar geri dağıtın diyor... Malazgirt. Bilekler pusatları kuşandı. Atların kuyrukları bağlandı. Bembeyaz kefenler giyildi, zaman yine savaşa durdu. Sayıları azdı. O bileğe güç veren neydi? Meğer tek bir buğday tanesiymiş... Adaletmiş, ruha iman, bedene güç katan ve meydanı zaferlendiren… Yine zaman hızla geçiyor. Henüz Türk törelerini koruyan Osmanlı, Avrupa'ya giriyor. Ya da Türk, Avrupa'ya geri dönüyor. Soyluluk! almış, yürümüş. Eşitlik yok olmuş.

Liyakat hiç var olmamış.

Bir toprak düzeni kuruyor Osmanlı. Henüz dünyada eşi ve benzeri olmayan... Zaman yine geçiyor. Türk'ü örnek almayan Fransız soylusu ağır bir bedel ödüyor. Giyotin çok keskin. Fransız düşünürler yazıyor, anlatıyor, halk en sonunda davranıyor. Betere, beter davranıyor. Fransız düşünürler, Sultan Mesud anlatırdı oysa. Laiklik derlerdi, Sultan Mesud başardı derlerdi. Türk'ler yaptı ise bundan 600 sene evvel, biz de yapabiliriz derlerdi. Yapmaları gerekiyordu, yanlış hükümlerle yorumlanmış Katolik baskı Avrupa’nın her yerinde insanları yakıyordu.... Zaman yine geçti, töreler yine unutulmaya yüz tuttu. Oysa töre basit ve kolaydı. “Namussuzluk kapıdan girerse, pencereden dışarı çıkılmalıydı”. Bu kadar kolaydı. Tek cümleye sığardı. Ağır geldi kibrin yükü. Taşıyamayanlar çoğaldı. Önce töre bozuldu, sonra birlik, sonra da dirlik… Düzen bozuldu. Düzen bozuldukça, olan millete oldu. Düzeni bozanlar ise saraylar kurdu, içine girdi, kan rengi yüzükler taktı. Sırmalı kaftanlara sarınıp, altın kabzalı kılıçlar kuşandı. Bıkmadılar, doymadılar… Halk da neydi ki onlara göre, “etrak-ı bi idraktan başka?” Unutan yöneticiler çok oldu mu, azan yöneticiler daha çok oldu. “Anadolu, Türk’lere bırakılamayacak kadar değerli idi. Zaten Türk’ler insanlığın kanser hücresi idi.

Kazınmalıydılar, yok edilmeliydiler”.

Öyle diyordu bir İngiliz yönetici. Öyle anlattılar, dünyanın her bir yanına. Topladılar gençlerini, dayandılar kapıya… Arı gibi çok sandılar kendilerini. Bilemediler, cennet vatanın asıl çokluğunu! Çokluk, tek bir buğday tanesiydi… Bir buğday tanesi içine saklanmış en büyük nimetti, adalet, eşitlik, dürüstlük ve ahlak. Bu ahlak, dünya kadar büyüktü. Yurtta sulh, dünyada sulh’tü…

Öncü arılar var.

İlk keşfi yapıyorlar. Sonra kovan önüne geliyorlar. Aslında kovan içindekilere koordinat veriyorlar. Kovan içindekiler, yani bizler, bu koordinatlara göre yön buluyoruz. Şu anda yaptığımız, hala eski ve yeni önderlere bakmak, koordinatları çözmeye çalışmak. Tam çözemedik bir türlü. Ama eğer bir çözer isek, bu kovanın içi çok dolu. Hem dolu, hem de çok doluyuz. Çok mevsimler geçti. Anadolu yine kurumaya yüz tuttu. Biz ne zaman davranacağız ve kanatları doğru yöne çırpacağız? Henüz bir iş yapmadık. Memleketin tamamında örgütlenmek gerekiyor. Bu iş nasıl yapılır? Nasıl kotarılır? Zor mesele. Ama belki de çok kolaydır. Hele bir davranalım. Biz Anadolu’yuz. Toprak donlarımızı kuşanalım. O.U.

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve habergalerisi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.
startup ekosistemi, karşıyaka haber, ilaçlama, kasko teklifi, istanbul böcek ilaçlama, hasta yatağı kiralama, mide balonu