Okumuşundan, okumamışına, aliminden zır cahiline kadar herkes her şeyi söylüyor yıllardır. Bu topraklarda söylenmedik ne bir söz kaldı, ne de dilenmedik bir dilek. Dua mı, o günde beş vakit.
Bunlar yersiz, gereksiz değil ama sonuç?
O zaman bir yerlerde bir ya da birden çok yanlış var. Peki o ne?
Memlekette elbette ki ağzı olan da, aklı olan da konuşacak, konuşsun da, bunda bir sorun da yok, buna bir itiraz da;
Sorun konuşanda değil, sorun dinleyende.
Konuşanın işi bu. Para alıyor, tetikçilik yapıyor, kendini bir matah sanıyor tamam da, peki dinleyene ne oluyor ki.
Yangın, sel olur, iki kare resim çektiren, bir kamera bulan bazıları döktürür de döktürür, yayımlar, paylaşırlar; bunlardan güzel yürekli insanlara sözüm yok.
Binler, on binler beğenir, methiyeler düzerler, alkışlarlar.
Sonuç, yarın gündemde ne var?
Şu il, bu il değil, Güneydoğu Anadoluda yeri yerinden oynatan 6 Şubatta bir deprem oldu mu?. Oldu.
Olan, ölen, yıkılan, kayıp, ortada iken, hırsızlıklar, yardımlar, bağışlar, gönüllü kuruluşlar, selalar, dualar; eksik olan bir şey kaldı mı? Yok!..
Yurtiçinden ve yurtdışından insanlar acılara destek için, yaralara merhem olmak için koşa koşa ceplerinden harcayarak gelip; para, pul, giyecek, yiyecek, ilaç, araç, gereç ne var, ne yok ise de yolladılar mı? Evet!...
Mızırdanarak da olsa, "devlet nerede" diye soranlar oldu mu? Oldu, onlara da olanlar oldu mu?
Hiç kuşkunuz olmasın.
Bu aralar Haluk Levent'in AHBAB Derneği ile ilgili, yurtiçinde ve yurtdışında da yardım, güven gibi başlıklarda konuşuluyor mu? Evet. Neden?
Bir de sabahı ve akşamı karışık ak mı, kara mı, ne idüğü belirsiz karada ayrı bir yerini, yarada başka bir yerini parasını verene açan, ak kayalardan "Denizi" de kirleten biri de saldırıya geçmiş herkesin "ahbab" dediği güzel yüreklilere laf etmez mi!... İnsaf ya, edep ya hu!..
Bir özlü söz aklıma geldi. Uyar mı, uymaz mı bilemem ama uysa da, uymasa da yazayım da içimde kalmasın.
"Mahalle yanarken, orospu saçını tararmış!.."
Bunu da geçelim.
Kişilerin iyisi de olur, kötüsü de, bundan bir şey çıkmaz.
Kurumlara gelelim, yoksa havanda su dövmekten öteye bir yere varamayız, geçemeyiz.
Bir kere insan ve devlet unusurunu hiç göz ardı etmeyelim.
İnsan var, hem de bu kutsal toparkların canı, kanı olmuş.
Devlet var, hem de kanla ve irfanla kurulmuş.
Üstelik bu insanların her birisi Köroğlu gibi alıp başını dağlara, yaylalara çıksa da, hiçbirisi devletsiz olmamış; "devlet" ve devletin kalıcılığı, yaşaması konusunda da gözünü budaktan esirgememiştir.
Bu yüzden, insan ve devlet olgusunun farkındalığını bilen Filozof Şeyh Edebali, Osman Gazi'ye şöyle öğüt veriyor:
"Ey oğul, insanı yaşat ki, DEVLET YAŞASIN"!..
Öğüdün verildiği yıllarda, batı dünyasında bu kavram anlamında bir "devlet" olgusu ve anlayışının da olmadığını düşünürsek; kültür ve tarihimizde "devletin" ne denli önemli olduğunu görürüz.
VURGULAMAK istediğim asıl konu ise, özellikle 1980'lerden sonra, kapitalizmin liberalizmi yaygınlaştırarak, her deliğe girmeye başladığı süreçte, DEVLETİ YOK SAYMA girişimidir.
Bu yüzden de, SOSYAL DEVLET yerine REFAH DEVLETİNİ ön plana çıkarmaktadır. En gözde argümanları, YARDIMSEVER ve HAYIRSEVER görünümlü DERNEK ve VAKIFLARdır.
Bütün canlılarda olduğu gibi insanda da, GÜVEN DUYGUSU çok önemlidir. Güven, sahiplik, aidiyet duygusunu geliştirir.
Sosyal Devlet bu yüzden, tüm yurttaşlar için vardır. Vergisini veren, askerlik de dahil tüm görevlerini yerine getiren yurttaşlar, devletine sahip çıkarlar, DEVLET de, YURTTAŞINA güven vererek, onlara sahip çıkar, KORUR.
Refah Devletinde ise öncelik, devletin yönetim erkini elinde bulunduran OLİGARŞİ ya da OLİGARŞİK yapı içindir.
Teşvikler, muafiyetler vs, vs.
Zor durumda bir şeylere gereksinimi olan kişilere ise devlet yerine, güdümlü, destekli DERNEK ve VAKIFLAR aracılığı ile yardımlar yapılır. İnsanların "aidiyet duygusu" devlet yerine vakıflar ve derneklere kayar, bu ise devlete olan güveni sarsar ve zamanla da yok eder.
Bazıları "kadim gelenek, vakıflar" diye başlar söze.
Evet, Osmanlı'da vakıflar vardı, çünkü devlet sosyal yaşamın içinde ve insanlarına dokunacak durumda değildi. Bu yüzden de Osmanlı Devletinde vakıflar, hastanelerden, eğitim ve öğretim kurumlarından, yolcuların ağırlanmasına kadar hemen hemen her alanda hizmet için kurulmuş, toplumsal düzenin çok önemli bir parçası olmuştur.
"Mülk Allah'ındır". Osmanlı Padişahı da 1517'den sonra, Yavuz Sultan Selim ile birlikte Halife Ünvanını da alınca, Allah'ın mülkünü yönetmiş; Allah'ın kulları da, Padişahın kulları olmuştur.
Osmanlı Devletinin yapısından kaynaklanan ve 19 yüzyıla gelindiğinde bir çok alanda yetersiz kalan hizmetlerin yönetilmesi tamamıyla vakıflara kalmış, yurttaşlarının devlet ile neredeyse bağı kalmamıştır.
Türkiye Cumhuriyeti'nde yaşayanlar, kulluktan, yurttaşlığa kavuşmuşlar, Devlet her alanda, kurumları ile varlığını göstermiş ve yurttaşlarının yanında olmuş, dağ gibi durmuştur.
6 Şubat'ta yaşanan depremlerde görüldü ki, yurttaşın yanına olması gereken devletin pek de yurttaşın yanında olmadığı, görevini başka kurum ve kuruluşlara devrettiği görülmüştür.
Konuyu siyasi ya da başka bir polemik konusu yapmak isteyenler başka bir yere gitsin, ben sorunun çözümünden ve devlette yanayım. O yüzden de, ne devletin yok olmasına, ne de devletin varlığının küçümsenmesine izin veremem.
"Osmanlı torunlarını" bilemem ama Torosların bir yurttaşı olarak, ben hala atamız Filozof Şeyh Edebali'nin:
"Ey oğul, İnsanı yaşat ki, Devlet yaşasın", öğüdünü dinliyorum!
İbrahim Uysal