İbrahim Uysal
Köşe Yazarı
İbrahim Uysal
 

Düşünüyorum Düşünüyorum O Çıkış Yok!

Şimdi bu başlığı görünce bazılarının, "vah vah, zavallı bir psikiyatrise, daha vahim görmeyenler de bir psikoloğa gitse iyi olacak diye düşünmeleri hiç de yanlış ve yersiz olmaz.     Hele hele bu yazı da güneyde geçirdiğimi bilenler, "Oooo, sen de buldun da buğşuruyorsun" ya da "kim bilir ne derdi var ki" gibisinden, haklı şeyler aklılarına gelebilir insanların.     Yok yok öyle kişisel bir sorunum yok. Hele hele yazın ege ve akdenizin üretici pazarlarını bir toplamışım ki, kaç yıl kıtlık olsa bizim eve kıtlık gelmez; tabi benzin, su ve süte gelen zamlar dışında dışında öyle zamlar bile etkilemez.     Herkes başının çaresine baksın desem yeridir.     Eeee birader, niye "mızırdanıp duruyorsun" diyenler haklı.  Ben kendim için mızırdanmıyorum; karnından konuşanlara, bir şekilde bir koltuk, bir avanta iş ya da avanta bulmuşlar ile karnı "guruldayarak" dolaşırken, ucuz ekmek kuyruklarında sıra bekleyip, yerel yada genel iktidarların "goygoycularına" mırıldanıyorum.      Geleneksel aileler ortadan kalktı ya, buna üzülüyorum.     Biz çocukken, evde nineler, dedeler olurdu.     Onlarda da bir gün görmüşlük, bir yaşanmışlıklar vardı ki; ettikleri lafların anlamları o gün anlamasak bile yıllar sonra "ne söz ama" diyerek, sık sık kullanır olduk.    Bu, o kadar muhteşem bir deneyim ki, sormayın gitsin.    Gelinen noktada olan, kendine hayrı olmayan ailelerin, günahsız, zavallı çocuklarına oluyor.     Köyde ilkokulu bitirmişiz, ortaokul için ilçeye. Bayram, ara ve yaz tatillerinde köye gittiğimizde, evin içinde olmasa da, konu komşuda bir itibar, bir iltifat olurdu ki sormayın gitsin.     Okuyor olsak da, "okumuş çocuk" olarak, yolda, oturulan cami avlularında, kahve önlerinde sorarlar, "neler yapıyorsun, nasıl geçti okul, neler öğrendin, bize de anlat bakalım" diye.     O yaşta bizen ne öğrenecekler ki ama olsun, bizi "adam yerine koyuyorlar". Meğer bu yönetim biliminde, "yüceltme" imiş. Demek ki toplumda da bilinirmiş.    Kendin bir şey ve adam gibi adam isen, karşındakine de değer verip, herkesin bir nitelik kazanmasını sağlarmışsın.    Kıskanmak yerine, hep birlikte nitelikli olmak, buymuş meğer.    Eeee bizi "adam yerine koyup, hal hatır sordular ya, bizim de "siz nasılsınız" dememiz olmazdı.     Okullar yaz tatiline girmiş, bizlerde de dosdoğru köyün yolunu tutmuşuz. İş, güç olmadığı zamanlar herkes köy kahvesinin önünde oturur, sohbet ederler. Böyle bir günde;     Ninemin akrabaları olan sakallı yaşlı amcaların yanına gidip, ellerini öpmek isterken, elimi uzattığım bir anda bu dedelerden önce birisi, daha sonra da ötekinin elimi öpmeye kalkmalarına şok olmuştum. Elimi öptürmedim be onların elini öptüm.    Bana "yalakalık yapacak" halleri olmadığında göre, bunun bir sebebi olmalıydı. Dosdoğru eve gittiğimde Nineme sordum, neden elimi öpmeye kalktılar diye.    Ninem de, "oğlum o sana değil, senin adını aldığının, Dedenin hatırına bir şey demişti. Meğerse dedem, onlara babalık yapmış.     Demek ki "hatır" diye de bir şey varmış. Ders, ders, ders.     Yine bir gün herkesin oturduğu bir yerde, bana "nasılsın" diye soranlara ben de "siz nasılsınız" demiştim.     O amca da, "eh oğlum bundan sonra biz böyleyiz, yememiz içmemiz iyi, geleni gideni de tanıyoruz, şükür", demişti.     O yaşta, "yemek içmek, iyi, geleni gideni tanımamak" da ne demek  diye, çok buzulmuştum.      Çalışmaya başladım, işlerin sıkıntısı, yönetimde "çirken ördek yavrusu" olmanın sıkıntısı, derken "hoş geldin, mide ülseri"     Veeeee  o zaman "yemenin, içmenin yerinde olmasının" ne anlama geldiğini hemen anlayıveriyorursun.     "Geleni gideni tanımak mı?"      Onu da unutmayayım diye not alıp, not aldığını unutup, işleri ve kişileri karıştırmaya başlayınca da anlıyorsun, "geleni, gideni tanımanın" demek olduğunu.     Uzun zamandır uzak durduğum diş hekimine "dolgum düşmüş" sanırım diye gitmek durumunda kaldım.    Hastaneler bir alem olmuş, öyle randevu almak, tedavi olmak anlatıldığı gibi değil. Haydi siyasiler bu konuda görevleri gereği "iyi, hoş" deseler de, ben bu halkın dalkavukluğuna kızıyorum.     Yıllardır Ankara'da yaşıyorum, bir çok kişinin de hayatına dokunmuşum sanıyorum, bir diş hekimi arkadaşımı aradım, hemen "şu gün, şu saat uygun mu, gel" dedi. Ben de gittim.    Hastane avlusu ana baba günü, vücut çalımları ile içeriye girdim, içerisi de aynı. Neyse en üst kata çıktım, orası daha rahat ve hasta az. Meğer, diş hekimliğinde ihtisas yapan arkadaşım ve benzer hekimler "vip" katın da çalışıyorlarmış.     Vip hasta olarak tedaviye başladım. Çene filmi çekimi için vatandaş olarak sıraya girmen gerek.  Ooooo sıranın gelesi yok.    Ben gecikince, durumu bilen arkadaşlarım, bir arkadaşlarını aramışlar ve işimi tez bitirip, çıktım.      Tabi dişimin dolgusu düşmemiş; diş etlerimde bir sorun olmuş. Ben bir doktor için kıvranırken, dört ayrı ihtisastan diş hekimi muayenesinden geçmek de baya havalı oluyor hani.     Şaka bir yana, iyi ki eş, dost ve tanıdıklar var da sorunu çözebiliyoruz. Yoksa, vandaş olarak bu işleri halletmek, hiç de kolay değil. Sorununu bir şekilde çözebilen birisi olarak, bunu böyle söylerken, sıra bekleyenlerin mutluluk söylemlerine ne diyeyim ki.     Özel muayeneye ücretleri ve tetkikler "uçmuş". Bu insanların bu kadar sıkıntı ve eziyeti bile zevk ve ayrıcalık sanmaları, acaba  o yüzden midir diye de düşünmeden edemiyorum.     Öğretilmiş değil, öğretilen çaresizlik bu olsa gerek.     Umarım "soğanın cücüğüne bakıp" mutlu olanların sayısı çok değildir, yoksa bu enseler daha çok kızaracak gibi.    Eğitimsizliğin eğitimi ve sonunda cehalet; sanıyorum iktidarların çıkış yolu bu olsa gerek.
Ekleme Tarihi: 14 Ocak 2023 - Cumartesi

Düşünüyorum Düşünüyorum O Çıkış Yok!

Şimdi bu başlığı görünce bazılarının, "vah vah, zavallı bir psikiyatrise, daha vahim görmeyenler de bir psikoloğa gitse iyi olacak diye düşünmeleri hiç de yanlış ve yersiz olmaz.

    Hele hele bu yazı da güneyde geçirdiğimi bilenler, "Oooo, sen de buldun da buğşuruyorsun" ya da "kim bilir ne derdi var ki" gibisinden, haklı şeyler aklılarına gelebilir insanların.

    Yok yok öyle kişisel bir sorunum yok. Hele hele yazın ege ve akdenizin üretici pazarlarını bir toplamışım ki, kaç yıl kıtlık olsa bizim eve kıtlık gelmez; tabi benzin, su ve süte gelen zamlar dışında dışında öyle zamlar bile etkilemez.

    Herkes başının çaresine baksın desem yeridir.

    Eeee birader, niye "mızırdanıp duruyorsun" diyenler haklı.  Ben kendim için mızırdanmıyorum; karnından konuşanlara, bir şekilde bir koltuk, bir avanta iş ya da avanta bulmuşlar ile karnı "guruldayarak" dolaşırken, ucuz ekmek kuyruklarında sıra bekleyip, yerel yada genel iktidarların "goygoycularına" mırıldanıyorum.

     Geleneksel aileler ortadan kalktı ya, buna üzülüyorum.

    Biz çocukken, evde nineler, dedeler olurdu.

    Onlarda da bir gün görmüşlük, bir yaşanmışlıklar vardı ki; ettikleri lafların anlamları o gün anlamasak bile yıllar sonra "ne söz ama" diyerek, sık sık kullanır olduk.

   Bu, o kadar muhteşem bir deneyim ki, sormayın gitsin.

   Gelinen noktada olan, kendine hayrı olmayan ailelerin, günahsız, zavallı çocuklarına oluyor.

    Köyde ilkokulu bitirmişiz, ortaokul için ilçeye. Bayram, ara ve yaz tatillerinde köye gittiğimizde, evin içinde olmasa da, konu komşuda bir itibar, bir iltifat olurdu ki sormayın gitsin.

    Okuyor olsak da, "okumuş çocuk" olarak, yolda, oturulan cami avlularında, kahve önlerinde sorarlar, "neler yapıyorsun, nasıl geçti okul, neler öğrendin, bize de anlat bakalım" diye.

    O yaşta bizen ne öğrenecekler ki ama olsun, bizi "adam yerine koyuyorlar". Meğer bu yönetim biliminde, "yüceltme" imiş. Demek ki toplumda da bilinirmiş.

   Kendin bir şey ve adam gibi adam isen, karşındakine de değer verip, herkesin bir nitelik kazanmasını sağlarmışsın.

   Kıskanmak yerine, hep birlikte nitelikli olmak, buymuş meğer.

   Eeee bizi "adam yerine koyup, hal hatır sordular ya, bizim de "siz nasılsınız" dememiz olmazdı.

    Okullar yaz tatiline girmiş, bizlerde de dosdoğru köyün yolunu tutmuşuz. İş, güç olmadığı zamanlar herkes köy kahvesinin önünde oturur, sohbet ederler. Böyle bir günde;

    Ninemin akrabaları olan sakallı yaşlı amcaların yanına gidip, ellerini öpmek isterken, elimi uzattığım bir anda bu dedelerden önce birisi, daha sonra da ötekinin elimi öpmeye kalkmalarına şok olmuştum. Elimi öptürmedim be onların elini öptüm.

   Bana "yalakalık yapacak" halleri olmadığında göre, bunun bir sebebi olmalıydı. Dosdoğru eve gittiğimde Nineme sordum, neden elimi öpmeye kalktılar diye.

   Ninem de, "oğlum o sana değil, senin adını aldığının, Dedenin hatırına bir şey demişti. Meğerse dedem, onlara babalık yapmış.

    Demek ki "hatır" diye de bir şey varmış. Ders, ders, ders.

    Yine bir gün herkesin oturduğu bir yerde, bana "nasılsın" diye soranlara ben de "siz nasılsınız" demiştim.

    O amca da, "eh oğlum bundan sonra biz böyleyiz, yememiz içmemiz iyi, geleni gideni de tanıyoruz, şükür", demişti.

    O yaşta, "yemek içmek, iyi, geleni gideni tanımamak" da ne demek  diye, çok buzulmuştum.

     Çalışmaya başladım, işlerin sıkıntısı, yönetimde "çirken ördek yavrusu" olmanın sıkıntısı, derken "hoş geldin, mide ülseri"

    Veeeee  o zaman "yemenin, içmenin yerinde olmasının" ne anlama geldiğini hemen anlayıveriyorursun.

    "Geleni gideni tanımak mı?"

     Onu da unutmayayım diye not alıp, not aldığını unutup, işleri ve kişileri karıştırmaya başlayınca da anlıyorsun, "geleni, gideni tanımanın" demek olduğunu.

    Uzun zamandır uzak durduğum diş hekimine "dolgum düşmüş" sanırım diye gitmek durumunda kaldım.

   Hastaneler bir alem olmuş, öyle randevu almak, tedavi olmak anlatıldığı gibi değil. Haydi siyasiler bu konuda görevleri gereği "iyi, hoş" deseler de, ben bu halkın dalkavukluğuna kızıyorum.

    Yıllardır Ankara'da yaşıyorum, bir çok kişinin de hayatına dokunmuşum sanıyorum, bir diş hekimi arkadaşımı aradım, hemen "şu gün, şu saat uygun mu, gel" dedi. Ben de gittim.

   Hastane avlusu ana baba günü, vücut çalımları ile içeriye girdim, içerisi de aynı. Neyse en üst kata çıktım, orası daha rahat ve hasta az. Meğer, diş hekimliğinde ihtisas yapan arkadaşım ve benzer hekimler "vip" katın da çalışıyorlarmış.

    Vip hasta olarak tedaviye başladım. Çene filmi çekimi için vatandaş olarak sıraya girmen gerek.  Ooooo sıranın gelesi yok.

   Ben gecikince, durumu bilen arkadaşlarım, bir arkadaşlarını aramışlar ve işimi tez bitirip, çıktım.

     Tabi dişimin dolgusu düşmemiş; diş etlerimde bir sorun olmuş. Ben bir doktor için kıvranırken, dört ayrı ihtisastan diş hekimi muayenesinden geçmek de baya havalı oluyor hani.

    Şaka bir yana, iyi ki eş, dost ve tanıdıklar var da sorunu çözebiliyoruz. Yoksa, vandaş olarak bu işleri halletmek, hiç de kolay değil. Sorununu bir şekilde çözebilen birisi olarak, bunu böyle söylerken, sıra bekleyenlerin mutluluk söylemlerine ne diyeyim ki.

    Özel muayeneye ücretleri ve tetkikler "uçmuş". Bu insanların bu kadar sıkıntı ve eziyeti bile zevk ve ayrıcalık sanmaları, acaba  o yüzden midir diye de düşünmeden edemiyorum.

    Öğretilmiş değil, öğretilen çaresizlik bu olsa gerek.

    Umarım "soğanın cücüğüne bakıp" mutlu olanların sayısı çok değildir, yoksa bu enseler daha çok kızaracak gibi.

   Eğitimsizliğin eğitimi ve sonunda cehalet; sanıyorum iktidarların çıkış yolu bu olsa gerek.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve habergalerisi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.
startup ekosistemi, karşıyaka haber, ilaçlama, kasko teklifi, malatya araç kiralama, istanbul böcek ilaçlama, hasta yatağı kiralama, mide balonu, evden eve nakliyat, ingiltere aile birleşimi sınavı