İbrahim Uysal
Köşe Yazarı
İbrahim Uysal
 

Sevmesini mi Bilmiyoruz, Katil Ruhlu muyuz?

       Tüm Dünyada olduğu gibi ülkemizde de özellikle bilgisayar ve buna bağlı teknolojiler gelişip yaygınlaşınca, "eskiyi" öğrenmek için yaşanmışlığa gereksinim kalmıyor, açıyorsun bilgisayarını, giriyorsun internete, al sana kocaman bir bilgi havuzu, yüzebildiğin kadar yüz.       Geçenlerde bir yazıda okumuştum, "eskiden" hafta sonları gazeteler, özellikle de "Pazar günleri" biraz magazin ağırlıklı, kültür ve sanat kokan sayfalar ile çıkarlarmış. Hatta özel ek bile verenlerden söz edilince, "eskiyi" değil de, geçmişi kıskandım.      Yaşamanın bir tadının ve anlamının olduğu günleri kıskandım.      Çocukken, Ninemlerin beni eğitmek amacıyla anlattıkları öyküler, masallar ve anılar geldi usuma. İçim cızladı.      Eh, az okur yazarlık olunca, bazen eski kitap satan dükkanlara ve sergiler hep bir göz atarım. Yine böyle yerlerde çok sık gördüğüm kitapçıklar vardı, kabı eskimiş ama içeriği muhteşem taze.      Yine bir yerlerde okumuştum, meğer 1960'lı Yıllarda İlkokullarda "Âdâb-ı Muaşeret Dersi" diye bir ders varmış ve ben onun küçücük kitapçığını gördüm. İçerik muhteşem, " Âdâb-ı Muaşeret Dersinde 21 Kural".       İçinde neler yok ki, "Eller pantolon cebine sokulmaz"dan, "Başkasının kusuru ile dalga geçilmez" e, "Emanet eşyalar fazla geciktirilmez"den, "Yerlere tükürülmez ve çevre kirletilmez"e kadar,      O yıllarda kuyruklar pek yokmuş ki, "Sıra olan yerlerde sıraya geçilir" diye çok istisna olan bir şeyin de eğitimi verilmiş.      Hele hele "yaşlılar" ve "kadınlar" bu çerçevede çok özel bir yere konulmuş ve eğitimlerde üzerinde durulmuş.     Yaşlıya ve kadına yol ve yer verilir, kadın elini uzatmadıkça, kadın ile tokalaşılmaz. Merdiven çıkışında kadın, inişlerde erkekler önde olurdan tutun da; neler, neler görgü kuralı olarak öğretilmiş.      Gelelim bu güne.      Elbette ki bütün toplumlarda "aile" çok özel bir kavram ve toplumsal yapıdır. Bunun temel taşı olan kadın ve erkek de, çok özel rolleri üstlenmişlerdir. Bu da ailede, okulda ve toplum içinde eğitim ve öğretim ile oluyor.     Sağda solda, sokaklarda bir çok insan ve çok da saygı içermeyen tavır ve davranışlarını görüyoruz ve bazıları ile muhatap oluyoruz.      Ben, artık çocukların çoğu uygunsuz (terbiyesiz demek istemiyorum) tavır ve davranışlarına kızmıyorum. Hoş karşılamıyorum ama kızmıyorum da.     Kızdığım birileri yok mu? Var. Aileleri, eğitim sistemi, toplum.     İkinci Dünya Savaşı (1939-1945) bitmiş, tüm dünya gibi ülkemizde de bir şeylerin sıkıntısı başlamıştı.     1946'da da Oktay Akbal öyküler yazar ve hen kitabının adını, hem ik öykünün adını ve kitabın ilk tümcesini aynı sözcükler ile başlatır.     "Önce Ekmekler Bozuldu"      Evet, Önce ekmekler bozulmuş, sonra her şey!..       Evet, önce ekmekler bozulmuştu ama bir gerekliği vardı.      “Önce ekmekler bozuldu, sonra her şey... Çünkü yeryüzünde savaş vardı. İnsanlar sebebini bilmeden, düşünmeden ölüyor, öldürüyorlardı. Savaş kelimesi dünyanın her yerinde en çok kullanılan söz olmuştu. ...... "      Sonra, öyküyü bir umut ile bitiriyordu.      "Şu dünya bir kere daha değişecek. Belki eski halini almaz, ama zarar yok, gidenler gitti, gelenler gelsin. İnsanlar gülmesini, ağlamasını yeniden öğrensin. Sırasında ağlamasını veya gülmesini bilmeyene insan denemiyor. Bizler, yarı barış, yarı savaş insanları umutlarımızı kaybetmedik. Dünyanın iyi bir dünya olabileceğini, insanın mavi gökyüzünü, denizi, ağaçları seyretmekle mutluluğunu yaşadığı anlara kavuşacağına inanıyoruz. Her şey ekmekle başladı, ekmekle bitecek."      O yılların gerçeği bu idi.      Ya bu yıllara ne oldu. Hani bilgi çağını yaşıyor, ikinci milenyum çağını yaşıyorduk. İnsanoğlu artık her şeyi biliyor ve her şeye kolayca erişebiliyordu.     Aslında, bilgi ortalıkta, isteyen de olanakları ölçüsünde, istediğine erişebiliyor, sonun ortalıkta görünenler değil, sorun ortalıkta görünmeyenler, hatta kaybolanlar, yitenler.       Cumhuriyet, Atatürk, Kurtuluş ve kuruluş yıllarının yüce gönüllü insanlarını gel de anma.Her şeyi adabı ve edebi ile yapmışlar.       Sonra, kendilerinden sonra gelecekleri de böyle eğitmişler, yetiştirmişler. Ama sorun burada başlıyor.      Anadolu'da bir özlü söz vardır," Her ağacın kurdu, kendinden olur" diye, işte Cumhuriyeti'nde, Devletin de, toplumunda, ailenin de kurdu, kendi içlerinden olmuş.     Ülke, 1960'lar ile bir tık daha ileri gitmiş, toplum yeniden çağa uygun şekillenmeye başlamıştı.     12 Mart 1971 Darbesi’ni yapan askeri cuntanın generallerinden Memduh Tağmaç’ın “sosyal uyanış ekonomik gelişmeyi aştı, bunu durdurmak gerekiyor” dediği süreç ise, ülkenin kaderinin döndüğü süreç olmuş, 12 Eylül Darbesi ise her şeye tuz biber ekmişti.      Eğitim, ekonomi ve toplumsal düzen yeniden şekillendirilemeye başlamış ve bugün yaşanan her türlü olumsuzlukları tohumları atılmıştı.      Eğitim sistemindeki çarpıklıklar, ekonomik dengesizlikler demek hafif kalacak, uçurumlar böylelikle yaratılmıştı.     Dedim ya ben artık sokaklarda gençlere ve çocuklara kızmıyorum. Eğitim sistemini bozan, allak bullak eden siyasilere ve emperyal amaçlara hizmet eden işbirlikçilere;      Huzurlu bir iş, aş ve eş ortamı varken, "her mahallede bir zengin yaratacağız" diye hayaller ile kandırılan ve eğitilen bir toplum yaratılırken buna ses çıkarmayan ailelere, insanlara kızıyorum.      Her gün bir kadın cinayeti.      Toplum katil ruhlu değil. Kişiler de cani değiller. Sevmesini unutturdular. Sevgi yerine, sahip olma duygusunu aşıladılar.      Bir kadını sevmek, birlikte olmak, evlenmek başka, aynı kadına sahip olmak başka.      İşte sorun burada, o yıllar "önce ekmekler bozumuştu", 2000'li yıllar ile birlikte de, önce eğitim, sonra ekonomi, toplum ve sıra aileye gelmişti, aile de bozuldu.     Artık aile, karı, koca ve çocuklar değil.     Başta bir "höt, höt baba/koca/erkek, kafasına vur ekmeğini al, kadınsın el kirisin, eksik eteksin denile denile bir köşeye tıklan kadın ve bütün bu dengesizlikler ve rol modelleri içinde yetişen çocuklar.      Sevgiyi unutan değil değil, sevgiyi bilmeyen bir nesil.      Sevgiyi sahip olmak sanan eriller. Buna boyun eğen dişiller.      Sonunda da, sevmek ile sahip olmayı karıştıran bir nesil ve savunmasız, masum kadın cinayetleri.      Bugün pazar, kadın olarak da, erkek olarak da, evinizin içine, pencereden sokaklara bir de bu gözle baksanız, nasıl olur!.. İbrahim Uysal
Ekleme Tarihi: 20 Kasım 2022 - Pazar

Sevmesini mi Bilmiyoruz, Katil Ruhlu muyuz?

       Tüm Dünyada olduğu gibi ülkemizde de özellikle bilgisayar ve buna bağlı teknolojiler gelişip yaygınlaşınca, "eskiyi" öğrenmek için yaşanmışlığa gereksinim kalmıyor, açıyorsun bilgisayarını, giriyorsun internete, al sana kocaman bir bilgi havuzu, yüzebildiğin kadar yüz.

      Geçenlerde bir yazıda okumuştum, "eskiden" hafta sonları gazeteler, özellikle de "Pazar günleri" biraz magazin ağırlıklı, kültür ve sanat kokan sayfalar ile çıkarlarmış. Hatta özel ek bile verenlerden söz edilince, "eskiyi" değil de, geçmişi kıskandım.

     Yaşamanın bir tadının ve anlamının olduğu günleri kıskandım.

     Çocukken, Ninemlerin beni eğitmek amacıyla anlattıkları öyküler, masallar ve anılar geldi usuma. İçim cızladı.

     Eh, az okur yazarlık olunca, bazen eski kitap satan dükkanlara ve sergiler hep bir göz atarım. Yine böyle yerlerde çok sık gördüğüm kitapçıklar vardı, kabı eskimiş ama içeriği muhteşem taze.

     Yine bir yerlerde okumuştum, meğer 1960'lı Yıllarda İlkokullarda "Âdâb-ı Muaşeret Dersi" diye bir ders varmış ve ben onun küçücük kitapçığını gördüm. İçerik muhteşem, " Âdâb-ı Muaşeret Dersinde 21 Kural".

      İçinde neler yok ki, "Eller pantolon cebine sokulmaz"dan, "Başkasının kusuru ile dalga geçilmez" e, "Emanet eşyalar fazla geciktirilmez"den, "Yerlere tükürülmez ve çevre kirletilmez"e kadar,

     O yıllarda kuyruklar pek yokmuş ki, "Sıra olan yerlerde sıraya geçilir" diye çok istisna olan bir şeyin de eğitimi verilmiş.

     Hele hele "yaşlılar" ve "kadınlar" bu çerçevede çok özel bir yere konulmuş ve eğitimlerde üzerinde durulmuş.

    Yaşlıya ve kadına yol ve yer verilir, kadın elini uzatmadıkça, kadın ile tokalaşılmaz. Merdiven çıkışında kadın, inişlerde erkekler önde olurdan tutun da; neler, neler görgü kuralı olarak öğretilmiş.

     Gelelim bu güne.

     Elbette ki bütün toplumlarda "aile" çok özel bir kavram ve toplumsal yapıdır. Bunun temel taşı olan kadın ve erkek de, çok özel rolleri üstlenmişlerdir. Bu da ailede, okulda ve toplum içinde eğitim ve öğretim ile oluyor.

    Sağda solda, sokaklarda bir çok insan ve çok da saygı içermeyen tavır ve davranışlarını görüyoruz ve bazıları ile muhatap oluyoruz.

     Ben, artık çocukların çoğu uygunsuz (terbiyesiz demek istemiyorum) tavır ve davranışlarına kızmıyorum. Hoş karşılamıyorum ama kızmıyorum da.

    Kızdığım birileri yok mu? Var. Aileleri, eğitim sistemi, toplum.

    İkinci Dünya Savaşı (1939-1945) bitmiş, tüm dünya gibi ülkemizde de bir şeylerin sıkıntısı başlamıştı.

    1946'da da Oktay Akbal öyküler yazar ve hen kitabının adını, hem ik öykünün adını ve kitabın ilk tümcesini aynı sözcükler ile başlatır.

    "Önce Ekmekler Bozuldu"

     Evet, Önce ekmekler bozulmuş, sonra her şey!..

      Evet, önce ekmekler bozulmuştu ama bir gerekliği vardı.

     “Önce ekmekler bozuldu, sonra her şey... Çünkü yeryüzünde savaş vardı. İnsanlar sebebini bilmeden, düşünmeden ölüyor, öldürüyorlardı. Savaş kelimesi dünyanın her yerinde en çok kullanılan söz olmuştu. ...... "

     Sonra, öyküyü bir umut ile bitiriyordu.

     "Şu dünya bir kere daha değişecek. Belki eski halini almaz, ama zarar yok, gidenler gitti, gelenler gelsin. İnsanlar gülmesini, ağlamasını yeniden öğrensin. Sırasında ağlamasını veya gülmesini bilmeyene insan denemiyor. Bizler, yarı barış, yarı savaş insanları umutlarımızı kaybetmedik. Dünyanın iyi bir dünya olabileceğini, insanın mavi gökyüzünü, denizi, ağaçları seyretmekle mutluluğunu yaşadığı anlara kavuşacağına inanıyoruz. Her şey ekmekle başladı, ekmekle bitecek."

     O yılların gerçeği bu idi.

     Ya bu yıllara ne oldu. Hani bilgi çağını yaşıyor, ikinci milenyum çağını yaşıyorduk. İnsanoğlu artık her şeyi biliyor ve her şeye kolayca erişebiliyordu.

    Aslında, bilgi ortalıkta, isteyen de olanakları ölçüsünde, istediğine erişebiliyor, sonun ortalıkta görünenler değil, sorun ortalıkta görünmeyenler, hatta kaybolanlar, yitenler.

      Cumhuriyet, Atatürk, Kurtuluş ve kuruluş yıllarının yüce gönüllü insanlarını gel de anma.Her şeyi adabı ve edebi ile yapmışlar.

      Sonra, kendilerinden sonra gelecekleri de böyle eğitmişler, yetiştirmişler. Ama sorun burada başlıyor.

     Anadolu'da bir özlü söz vardır," Her ağacın kurdu, kendinden olur" diye, işte Cumhuriyeti'nde, Devletin de, toplumunda, ailenin de kurdu, kendi içlerinden olmuş.

    Ülke, 1960'lar ile bir tık daha ileri gitmiş, toplum yeniden çağa uygun şekillenmeye başlamıştı.

    12 Mart 1971 Darbesi’ni yapan askeri cuntanın generallerinden Memduh Tağmaç’ın “sosyal uyanış ekonomik gelişmeyi aştı, bunu durdurmak gerekiyor” dediği süreç ise, ülkenin kaderinin döndüğü süreç olmuş, 12 Eylül Darbesi ise her şeye tuz biber ekmişti.

     Eğitim, ekonomi ve toplumsal düzen yeniden şekillendirilemeye başlamış ve bugün yaşanan her türlü olumsuzlukları tohumları atılmıştı.

     Eğitim sistemindeki çarpıklıklar, ekonomik dengesizlikler demek hafif kalacak, uçurumlar böylelikle yaratılmıştı.

    Dedim ya ben artık sokaklarda gençlere ve çocuklara kızmıyorum. Eğitim sistemini bozan, allak bullak eden siyasilere ve emperyal amaçlara hizmet eden işbirlikçilere;

     Huzurlu bir iş, aş ve eş ortamı varken, "her mahallede bir zengin yaratacağız" diye hayaller ile kandırılan ve eğitilen bir toplum yaratılırken buna ses çıkarmayan ailelere, insanlara kızıyorum.

     Her gün bir kadın cinayeti.

     Toplum katil ruhlu değil. Kişiler de cani değiller. Sevmesini unutturdular. Sevgi yerine, sahip olma duygusunu aşıladılar.

     Bir kadını sevmek, birlikte olmak, evlenmek başka, aynı kadına sahip olmak başka.

     İşte sorun burada, o yıllar "önce ekmekler bozumuştu", 2000'li yıllar ile birlikte de, önce eğitim, sonra ekonomi, toplum ve sıra aileye gelmişti, aile de bozuldu.

    Artık aile, karı, koca ve çocuklar değil.

    Başta bir "höt, höt baba/koca/erkek, kafasına vur ekmeğini al, kadınsın el kirisin, eksik eteksin denile denile bir köşeye tıklan kadın ve bütün bu dengesizlikler ve rol modelleri içinde yetişen çocuklar.

     Sevgiyi unutan değil değil, sevgiyi bilmeyen bir nesil.

     Sevgiyi sahip olmak sanan eriller. Buna boyun eğen dişiller.

     Sonunda da, sevmek ile sahip olmayı karıştıran bir nesil ve savunmasız, masum kadın cinayetleri.

     Bugün pazar, kadın olarak da, erkek olarak da, evinizin içine, pencereden sokaklara bir de bu gözle baksanız, nasıl olur!..

İbrahim Uysal

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve habergalerisi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.
startup ekosistemi, izmir spotçu, karşıyaka haber, ilaçlama, kasko teklifi, malatya araç kiralama, istanbul böcek ilaçlama, hasta yatağı kiralama, mide balonu, evden eve nakliyat, raf sistemleri, ahşap kompozit deck, ingiltere aile birleşimi sınavı