Aslında yaşamak sadece gün almak, ömür ise gün saymak değildir, yaşamak ağzında tat, içinde huzur ve mutluluk bulmak olmalı.
Doğa ne güzel sergidir, otu, çöpü, ağacı, yüzeni, uçanı, kaçanı, uysalı, vahşisi bütün hayvanı ile.
Her birinin doğal bir yaşam seyri vardır. Ta ki İnsana kadar.
Bu yaz özellikle sahillerde, tatil kasabalarında gördüğüm kediler, köpekler beni çok etkiledi.
Belki yanımızdan daha önceleri de gelip geçmişlerdir, şık şıkırdım giyimli bayanların elinde, ayaklarının dibinde, bir çocuğun sevecen kocağında ya da yumuşak, sert bir erkeğin elinde ipi ile.
O gün fark etmediğimiz bu güzel canlılar, belkide o günler bize bile "pas vermemişlerdir", havalı sahiplerinin yanında, havalı giysiler içinde, özenli tıraşları ile.
Bu onların şansları idi.
Oturduğum bir kafede yan masada kucaklarında köpekleri olan iki kişi konuşuyor, biri diğerine köpeği ile ilgili bir şeyler anlatıyordu. İster istemez kulak misafiri oluyorsun.
Meğer benim ortalıkta gördüğüm köpekleri çoğu, genetikleri ile oynanmış hayvanlar mış. Hatta ayaklarının dibinde soluk soluğa dolaşan tombiş köpek de böyle bir imalat hatası imiş.
Kocaman bir vücuda, küçücük nefes sistemi yapmışlar. Entersandı.
Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar (GDO) içinde, meğer genetiği ile oynanan hayvanlar da varmış.
Peki bu değişim, genetik oynama insana da yansımış mıdır?
Doğada insana kadar her şey DOĞAL. İşin içine insan girince, genetik, davranışlar dahil her şey iyi ya da kötü olsa da değiştirliyor.
Ne acı.
Geçenlerde "Thomas Hobbes’un İnsan Felsefesi Bağlamında The Platform (2019) Filmi Üzerine Bir Analiz" başlıklı, bir makale okudum.
Makalenin girişi çok enteresan idi.
"İnsanı insan yapan özellikleri ifade etmek için başvurulan insan doğası hakkındaki düşünceleri farklı perspektiflerden ele alan birçok teori söz konusudur. İnsan doğası üzerine ileri sürülen düşünceler farklı insan modellerinden yola çıkarak yaşamın örgütlenmesi ve anlamlandırılması için çeşitli perspektifler sunarlar. İnsan doğası belirli özelliklere indirgendikten sonra, insan hakkında görüş bildirmek ve toplumsal yaşamın nasıl örgütlenmesi gerektiği hakkında hüküm vermek daha basit olmaktadır. Bu doğrultuda insan doğası kavramı, insana yönelik genellemelerin yapılması ve insanın belli özelliklere indirgenerek tanımlanması için pratik bir işlev görmektedir. İnsan doğası kavramıyla, insanın toplumsal bir varlık oluşu, içinde yaşanılan çevrenin etkisi ve yaşam deneyimleri ikinci plana itilerek insanın doğal olarak sahip olduğu nitelikler ön plana çıkarılır. Bu doğrultuda insan hakkında bir hüküm verildikten sonra insanın ne olduğu ve ne olamayacağı da belirlenir."
Bu girişten sonra yapılan şu vurgu dikkatimi çekti:
"İnsan doğası gereği bencildir ya da insan doğası gereği kötüdür benzeri düşünceler kabul edildikten sonra insanlara güvenmek ya da insanların dayanışmalarını beklemek anlamsızlaşır. "
Bu söze katıldığım kadar, katılmak istemediğim yönümde var ama işin kötüsü pek haksızda sayılmazlar.
Bütün felsefi yaklaşımlarda, insanın "kendini bilmesi" vurgusu vardır. Bunun yanında da, Thomas Hobbes, siyaset felsefesini ele alınırken en çok gönderme yapılan ifadelerden birinin “homo homini lupus”, yani “insan insanın kurdudur”, tümcesidir.
J.J.Rousseau'da "Toplum Sözleşmesi"nde, insanın bencilleşmesinin ilk adımının "ilk çitin çekilmesi" olduğundan söz eder.
Bu mülkiyette bencilleşmenin bir adımıdır. Bu yüzden, olaylar kişileştikçe bencilleşme artarken, olaylar sosyalleşip, toplumsallaşırken, bencilliğin yerini toplumsallık, paylaşımcılık, ortak üretim gibi ütopyalar alıyor.
Ütopyalar dedim. Nasıl hayvanların, bitkilerin GDO'su ile oynanarak doğal genetik özellikleri bozuldu ise, aynı şey bu kez, toplumsal yaşamda eğitim ile, yaratılan şartlar ile insanın genetik özellikleri olmasa da, toplumsal duyarlılık özellikleri bozulmuştur.
Yıllar önce TÜBİTAK Popüler Bilim Yayınlarında yayınlanmış olan Richard Dawkins'in "GEN BENCİLDİR" yapıtı buna başka bir örnektir.
Bu da, toplumda ki sosyal, kültürel evrimin yanı sıra, genetik bir evrimleşmeyi de işaret eder. Anlayacağımız, toplu bir evrimleşme, değişim sürecindeyiz.
Kapitalist sistem kişileri, toplumları bireyselleştirirken, tüm yaşam alanlarını de bozmakta, bu değişim süreçlerini de, genetik süreçlere kadar da sürüklemektedir.
Bu yüzden, ülkeler, yönetimler, yönetim sistemleri, seçmen davranış ve tercihleri çok önemlidir.
Her sistem, kendi felsefesi çerçevesinde, kendi insanını yaratır. Her sistemin de doğal olarak bir düşmanı vardır. Feodalizmin düşmanı Kapitalizm, Kapitalizmin düşmanı ise Sosyalizm olduğu gibi.
Demokrasinin düşmanı, Faşizmdir. Nazım Hikmet'in dizeleri ile, "Sana düşman, bana düşman/ Düşünen insana düşman/ Vatan ki bu insanların evidir/ Sevgilim onlar vatana düşman".
Bütün bunları gösteriyor ki, insan için sosyal, kültürel ve siyasal bütün yaşam alanlarında bir süreç yürütülüyor. Sisteme hakim olanlar, düzenlerinin sürmesi için insanı eğitiyor, evrimleştiriyor ve yönetiyor.
İşte bu yüzden sömürü bitmiyor, işte bu yüzden savaşlar bitmiyor, işte bu yüzden iktidarlar ve iktidarda olanlar değişmiyor.
İnsanı da evrimleştirdiler.
Herkes herkesin canı, ciğeri, kardeşi iken; insan, insana karşı düşmanlaştırılıyor. Bu yüzden, düzenler değişmiyor. Bu yüzden iktidarlar değişmiyor.
Ve sen canım kardeşim, bu yüzden kıt kanaat geçinip, durumuna şükrederken, birileri senin emeklerini, geleceğini sömürüyor.
SEN İSE DERİN UYKUDASIN.
Şimdi anladın mı, neden "herkes, herkese karşı"!..