Öyle bir döneme getirildik ki, biz nereye getirildiğimizin ve nereye götürüldüğümüzün farkında değiliz ama bizi nereye götürmek istediklerini bilenler ve işbirlikçileri ise, her şeyin farkındalar ve çağın her türlü olanağını kullanarak da süreci yönetmekteler.
Bilgi ve bilinç insanoğlunun sahip olduğu en güzel değerdir.
Her şeye bir şekilde sahip olabilirsiniz, oysa onu yerli yerinde kullanmak ve sahip çıkıp, koruyup bir sonraki aşamaya taşımak, bilgi ve bilinç gerektirir.
Her toplum yaşadığı yere ve zamana göre kendi kültürünü oluşturur ve geliştirir. Son zamanlarda artık sıradanlaştı ise de, yurtdışına özellikle de konaklamalı ve insanlar ile ilişkili olarak gidenler, ilk önce hep bir şaşkınlık ile karşılaşırlar.
Toplumsal düzenden tutun da, temizlik ve insan davranışlarına kadar. Bizi şaşırtan neden bunlar olur ki, düşündüğümüz zaman ortaya bir zamanlar bizde de olan şeylerin nasıl da bozulduğunu, çürüdüğünü görürüz.
İnsanlığın tarihine baktığımız zaman ilk insanlar kendi kültür, ahlak ve etiklerini yaşayarak, yaşadıkları doğaya uyum sağlayarak oluşturmuşlardır.
Mağarada da olsa, yemek, içmek, avcılık, güvenlik hep bir doğal iş bölümünü gerektirmiştir. Fizik gücü erkeği avcılık ve güvenlik gibi konularda öne çıkarırken, kadın doğurganlığından dolayı daha güvenli ve üretkenliği olacak alanlarda olmuştur.
Zamanla iş bölümü ve kuralların oluşması ile cinsiyet faktörü önemini kaybetmeye başlamış ve yerleşik düzene geçilmesi ile birlikte, kadın daha çok otoritenin göbeğinde olmuştur. Anadolu'da ANATANRICA olayının kaynağı da budur.
Çünkü, kadın bilginin, kültürün, geleneğin yanı sıra doğurganlığı ve evde mutfağı organize etmesinden dolayı da üretim ve adil paylaşımın temel taşı olmuştur.
Bütün bunlar binlerce yıldır oluşmuş gelenek, görenek ve kültürlerdir; ne zamana kadar?
Evet, asıl soru bu?
Günümüzde kadın daha çok üretkenliğin içinde olmuştur ama farklı bir kültür ve sosyal erezyon ile bu gün kadınların çoğu bam başka kaygıların içine düşmüşlerdir.
Toplumsal düzen gittikçe bozulmakta ve yerine de çok farklı yaşam tarzları ortaya çıkmaktadır.
Bunun doğal ve olağan olduğunu kabul etmek zordur.
Geçenlerde bir ilin tarım ile ilgili yetkilileri "Dünya Çiftçi Kadınlar Günü" dolayısı ile köy meydanında oturmuşlar; sanki zemheri ayı, üstlerine battaniye benzeri giysiler ile eli yüzü görünmeyen kadın(?)/ kişiler ile oturuyorlar. Oysa köy kadını üretkendir; kocası, oğlu ya da bir yakını olsun, olmasın başına dastarını bağlar, elbisesini ve üstdonunu giyer vali ile görüşmeye de, tarlaya da gider.
Yozlaşmış, yozlaştırılmış bir kültür empoze edilemeye, üstlerine giydirilmeye çalışılsa da bu toplum bu kadar saf ve salak de değildir.
Kadının gerek aile gerekse de toplumda ki değeri, giysisi ile mi yoksa üretkenliği, üretime katkısı ile mi ölçülür?
Sosyal medyada, televizyonlarda da artık aleni bir kültür emperyalizmi, sömürüsü yapılamaktadır.
Toplum, üretim ilişkilerinden, köyünden, mahallesinden koparıldığı gibi, gelenek, görenek ve kültüründen de koparılmakta, baş başka bir kültür empoze edilmektedir.
Üniversite yıllarında "baş örtüsüne özgürlük" denilmeye başlandığı 12 Eylül 1980 öncesi bunun bir anlamı vardı ve herkes de "inancı gereğidir" diye bir saygı duyardı.
Oysa bugün sokaklara bakın, televizyonlara, sosyal medyaya bakın bam başka bir "örtülü" kadın ortaya çıkmış, çıkartılmıştır.
Toplum, erkeklerde sakal, kirli sakal, kadınlarda bam başka bir süreç; alttan gelen gençlerin isyankarlığı da moda deyim ile "pudra" ile yozlaştırılmaya çalışılmaktadır.
"İslam Ümmeti"nin kişileri olarak Afganistan, Suriye, Irak vb yerlerden gelenlerin getirdikleri herkesçe bilinen "toz", "pudra"lar ile hem gençlerin, hem ailelerin hem de toplumun bilinen geleneksel düzeni buzdurulmaya başlanmıştır.
Ben geleneksel bir köy ailesinde yetiştim. Annem, Babam ovaya, tarlaya giderken, biz evde ninelerim ile kalırdık. bir yaşından azından tutun da 5,6 yaşına kadar sülalenin ve mahallenin kız çocukları bizim evde ninelerimin yanında kalır, yer içer ve anne, babaları işten eve gelinceye kadar uyurlar, avluda oynaşırlardı.
Ne çocukları bırakanların aklına kötü bir şey, kuşku gelir: ne de bırakılan yerlerden bir kaygı duyulurdu.
Tamam zaman değişir, üretim ilişkileri değişiyor, aile yapıları da değişiyor eyvallah ama her şeyin iyiden ve güzelden yana olması gerektiği öğretilen bu dünyada, bu çocuk ve kadın istismarlarını, öldürülmelerini ne ile açıklamak gerekecek?
Dünyanın hiç bir çağında ve yerinde inanç sistemleri bir toplumu yaşatmaya yeterli olmamıştır. Bir toplumu ve milleti yaşatan, onun gelenek, görenek, kültürü ve üretim ilişkilerdir. İnanç, insanın yaşam biçiminin bir öğesi olabilir ama temel direği olmamıştır. Binlerce, milyonlarca yıldır insan ve insanlık vardır ama bize bu gün her şeye çözüm diye öğretilen, kabullendirilmeye çalışılan inanç sistemlerinin tarihi bir elin iki parmağını bile geçmeyen bin yıllık ömürleri vardır.
Tamam demokrasilerde yönetimleri halk seçer ama günümüz dünyası gibi bilim ve teknolojinin her türlü kirli işlerde uygulandığı, kullanıldığı bir süreçte, yurttaşların bilinçli olarak bire bir denetlemediği sitemler artık güvenilir olmaktan çıkmıştır.
Bırakın ülkelerin içini, geçen ABD seçimlerinde bile bir başka egemen ülkenin siber müdahalesinden söz edilmektedir.
Bir yandan bu tür siber saldırılar, bir yandan dünya ekonomik sisteminin krizleri varken, onlarca yıldır huzur içinde olsun diye vergi verilen, askerlik yapılan bu ülkenin, dünyanın hiç bir ülkesinin kabul etmediği kadar sığınması kabul etmesi, iktidarların ulusal ya da uluslarası ilişkilerinde işine gelebilir ama bu ülke yurttaşları bu yaşayanları bir kez daha başlarını iki ellerinin arasına alıp düşünmeleri de yarar vardır;
Diye düşünürüm.
İbrahim Uysal