Şanlıurfa Göbeklitepe

Yaşam (İHA) - İhlas Haber Ajansı | 15.11.2018 - 21:05, Güncelleme: 15.11.2018 - 21:05 2470+ kez okundu.
 

Şanlıurfa Göbeklitepe

Şanlıurfa Göbeklitepe Gaziantep’ten sonra istikamet Şanlıurfa! Ebru’yla Gaziantep’in şehirlerarası otogarından Şanlıurfa’ya gitmek için otobüse bindik. Yol boyunca Güneydoğu Anadolu bölgesinin güzelliklerine şahit oluyoruz. 150 km yaklaşık iki saatlik bir otobüs yolculuğunun keyfini pencereden baka baka çıkartıyorum. Gaziantep sınırından Şanlıurfa sınırına geçtiğimiz halde kıraç topraklar üzerinde yetişen fıstık ağaçlarının bolluğunu ve güzelliğini görmek, son derece keyifli kıldı yolculuğumu. Dünyadaki en büyük fıstık üreticisi ülke İran, ikinci sırada ABD’leri ve üçüncü sırada ise Türkiye var. GAP projesine gereken önem verilmiş olsaydı, eminim ilk sırada Türkiye olurdu! Her iki şehrin ortasından geçen Fırat Nehrine ve Halfeti’ye otobüsün penceresinden heyecan ve ilgiyle bakarken, otobüsün muavininin dikkatini çekmiş olmalı davranışım. Bize bölge hakkında bilgi verebileceğini kendisinin Şanlıurfa’lı olduğundan bahsederken, sohbet ve karşılıklı sorularımız arttı. Şanlıurfa’lı bir arkadaş edinmiştik. Maksut, Halfetiyi mutlaka gezmemiz gerektiğini ve tekne turuna çıkmanın unutulmaz bir anı olacağından bahsetti. Ayrıca birde dizi film çekiliyormuş o dizinin çekildiği köyün turist akınına uğradığından bahsetti. Ben diziler konusunda pek bir cahil olduğum için. Hangi dizi olduğunu söylediği halde  şimdi bile anımsamıyorum. Halfeti’ye ait ve sadece Halfeti’de yetişen siyah bir gülden bahsetti. Siyah lale’yi çocukken okuduğum Alexsander Dumas’a ait bir kitaptan biliyordum ama siyah gülün varlığından haberdar değildim. Maksut siyah gülün güzelliğinin ve devamlılığının sadece dalındayken olduğunu ve gül koparıldığı anda kırmızıya döndüğünü anlattı bize. Bu esrarengiz  siyah gülü görmek için bile gelinir buralara diye düşündüm. Kendi yöresini bir rehber gibi anlatan Maksut, artık bizim için yörede bulduğumuz bir hazine haline bürünüyordu. Keyifli sohbet bitmemişti ama yol bitmişti. Şanlıurfa’ya varmıştık artık. Ne olur ne olmaz diyerek Maksut’un telefon numarasını da aldık ve teşekkür ederek vedalaştık. Ebru Urfa’da tarihi geçmişi olan bir Han’da oda ayırttığından bahsetti, ayrıca aynı akşam sıra gecesine katılacağımızdan da. Ebru süpriz yapmıştı, mutlu olmam gerekiyordu ama adrese doğru ilerledikçe, içimde bir huzursuzluk baş gösterdi... Tarihi Han’ı bulduk içeri girer girmez yüzümüze çarpan rutubet kokusu, huzursuzluğumun ilk sebebi gibi gün yüzüne çıktı. Resepsiyon görevlisine odaya yerleşmeden önce odayı görmek istediğimi söyledim aynı anda Ebru’dan gelen niye diye soran bakışlara az sonra cevap gelecekti. Sırt çantalarımız omuzlarımızda kaç basamak tırmandık bilmiyorum sonra bir kapının önünde durduk; görevli kapıyı açtı, ama oda karanlıktı, içeri bir adım atar atmaz buranın gerçekten tek bir oda olduğunu ve içinde ne bir cam ne de tuvalet banyo olmadığını anladık. Sürekli oda diye bahsetmelerinin asıl sebebi ortaya çıkmıştı. Ebru’ya henüz görevli tek kelime etmeden ben burada kalmam dedim. Sanırım tepkim biraz sertti şimdi pek anımsamıyorum. Aynı anda görevli odanın ışıklarını açmıştı ve oda diye sattıkları turistik ve tarihi Han’ın Berbat bir yer olduğunu daha fazla anlatmama gerek yok sanırım. Gelen turistleri bu pis odalarda mı ağırlıyorsunuz diye hiddetle sordum ve asla orada kalmayacağımızı belirttim. Hala ülkemizin turizm  konusunda neden bir çıta atlayamadığının bir kanıtıydı bu Han! Çünkü internetteki sitelerine  koydukları  resimlerle bizim gördüğümüz manzara hiç örtüşmüyordu. Gelen yerli ve yabancı kimbilir kaç kişi bu manzara karşısında büyük bir hüsrana uğramıştı. Yapılan işin dürüst ve doğru yapılmasının önemi her sektörde kendini gösteriyordu. Ebru biraz şaşkındı, dağlarda çatırda kalan sen bu odayı niye beğenmedin, alt tarafı bir gece kalırdık diyordu. Cevabım çok netti dağlarda bir beklentimiz yok doğa temiz havası ve yapısı ile çok daha emniyetli ve  konforludur benim için. Çantaları sırtlandık, sert tepkime rağmen akşam sıra gecesi için randevumuzu iptal etmeyin diye de bildirdik. Şanlıurfanın sokaklarını biraz arşınladık kalacak adam gibi bir yer yok gibi derken en nihayetinde bulduk bir otel ve yerleştik. Şanlıurfa’ya gelirken otel konusunda beklentileriniz yüksek olmasın. Hiltonda kalacaksanız başka tabi. Yerleştiğimiz otelde biraz dinlenip, günün krizli geçen bölümünü atlattıktan sonra, sıra gecesine gitmek için hazırlandık. Biraz keyiflenmeyi hak ettik diye düşünüyorum. Davullu, zurnalı yüksek sesle  ve ıslıklarla halaylar çekiliyor, Kürtçe şarkılar bağıra bağıra seslendiriliyordu! Salonun geniş bir köşesinde koca bakır kaplarda ustaların teriyle harmanlanan çiğ köfteler yoğruluyor, yoğrulan çiğ köfteler tabaklara konarak adeta havada, uçuşarak konuklara servis ediliyor. Önce garipsediğimiz ortama kısa sürede adapte olarak, gecenin keyifini çıkartıyoruz... Ertesi gün için adresimiz belli, Göbekli Tepe! Hedefimiz Göbekli Tepe, nasıl gitsek diye düşünürken, aklımıza yeni tanıştığımız Maksut geldi. Hemen aradık ve eğer vakti varsa bize Şanlıurfayı gezdirebilir mi? Diye sorduk. Büyük bir memnuniyetle dedikten sonra, hemen buluştuk ve görmek istediğimiz yerleri sıraladık. Göbekli Tepe, Balıklıgöl, Harran Ovası ve kümbet evleri derken sadece iki günde hepsini gezebilmeniz için araç gerekli dedi. Araba kiralayabiliriz dedim ve bir oto kiralamacıya giderek iki günlük araç kiraladık. Maksut ayrıca gönüllü şöförümüzde oldu. Evet ilk istikamet yıllırdır görmek istediğim yer olan Göbekli Tepe, şehir merkezine sadece 12 km uzaklıkta ve oldukça düzgün bir otoyoldan giderek  dünya tarihini alt üst eden arkeolojik kazıların devam ettiği Örencik köyüne vardık. Bu muazzam tarihi kalıntıları gün yüzene çıkartan Alman bir Arkeolog olan Klaus Schmidt. Defalarca araştırma yapılan bölgede şans 1994 yılında Klaus Schmidt’e gülmüştü! Bir Türk arkeoloğa değil, bu da apayrı bir üzüntü konusudur, zihnimde. Tabi Göbekli Tepe’nin bulmasına katkı sağlayan yerli vatandaşımız Şavak Yıldız’ı anmadan geçemem. Bu bilgiyi Klaus Schmidt’in kaleme aldığı ‘’Taş Çağı Avcılarının Gizemli Kutsal Alanı Göbekli Tepe. En Eski Tapınağı Yapanlar ‘’ adlı kitabından öğrendim ve sizlerle paylaşmak istedim. Neden önemsediğime gelirsek; Türkiye’deki pek çok tarihi kalıntıların gün yüzüne çıkmasının en büyük yardımcıları, kendi yöresini iyi tanıyan yerli halk ve çobanlardır. Bence onların yerlerini çok daha fazla önemsemeliyiz. Göbekli Tepe’nin eşsiz izlerini görmek için kapıda herhangi bir giriş ücreti ödemedik! Bu durumu öylesine yadırgadım ki anlatamam. Hem dünya tarihini değiştirecek kült bir yapıdan bahsediliyor hem de bu yapının korunması veya kazıların devamlı olması için sembolik bile olsa bir ücret alınmıyor. Garip ve çok üzücü. Kültür bakanlığı belli ki buranın kıymetini pek kavrayamamış. Kazıyı yapanların, turistler için hazırladıkları ahşap iskele ve köprü üzerinden geçerek T şeklinde ayrılmış, yüksek taş duvarlara yaklaşıyoruz. Çemberin tam ortasında ise 5,5m yüksekliğinde iki dikilitaş bulunuyor. Hiç bir detayı kaçırmadan bu kült yapıyı incelemeye başlıyoruz. M.Ö 12 bin yılana ait bir yapının içinde olmak ve yapının duvarlarına dokunabilmek... Yüksek dikilitaşlardaki iri hayvan rölyefleri birer gardiyan gibi. Tilki, turna, yılan, aslan ve pek çok kabartma bir taş ve kabartma ustalığından söz ettiriyor. Tam ortada bulunan her iki T şeklindeki dikili taş birer insanı andırıyor. Yekpare gövdenin üstüne eklenen yatay taş kafayı, uzun bölümü gövdeyi ve dikilitaşın geniş yerinden uzanır gibi, dar bölmede eli belindeymiş gibi bir ifade beliriyor. Hatta ellerin birleştiği yerde bir kemer tokası ve tokanın altından sarkan bir tilki postu oldukça belirgin. Avcı toplayıcı dönemden, Neolitik Çağa  tarihlenen bu yapı insanoğlunun aslında o dönem ilkel birer topluluktan ibaret olmadığının en belirgin kanıtıdır bence. Nasıl bir devirse mimariden, estetikten ve sanattan anlayan hatta bunu taşlara yontan, yontarken soyut kavramlar üzerinde çalışan, hayal dünyası oldukça geniş bir topluluktan söz etmeliyiz. Bölgenin etüt çalışması yapılırken yeraltı radarı kullanılmış. Radar toprağa radyo dalgaları göndererek, derinlerde çarptığı cisimlerden yansıyan sinyallerle adeta yaraltı haritası çıkartılmış.  Kapsamlı araştırma 90 bin metrekare alanda yapılmış. Gün yüzüne çıkartılan 4 çember yapının haricinde henüz 16 adet çember yapı gün yüzüne çıkmayı bekliyor. Günlük kullanıma uymayan bu yapıların birer ibadet yeri olduğuna inanılıyor. Avcı toplayıcı insan bugüne kadar önce tarım yapmayı öğreniyor, sonra yerleşiyor ardından dinlere inanıyor ve inancı gereği tapınaklar inşa ediyor böylece yarleşik, kuralları ve hiyerarşisi olan şehirleşmenin başladığına inanılıyordu. Göbekli Tepe’de ise avcı toplayıcı insan önce dine ihtiyaç duydu ve tapınak inşa etti, sonra tarım yaptı ve şehirleşti diye öne sürülüyor bilgiler. Peki bu avcı toplayıcı hangi ara inşaat, mimari ,resim ve estetik sanatları öğrendi? Kimdi bu insanlar, tarihleri ve kökenleri bilinmiyor. Yapılar içinde bulunan vahşi hayvan kemikleri ile evcil hayvanları yoktu tezi öne sürülüyor! Göbekli Tepe, dünya tarihini tepe takla etti, bizlere sadece hikaye bölümleri aktarılıyor. Gerçek ve net kanıtlar ise saklanıyor. Bu kanıya varış sebebim ise; kazı çalışmalarını yürüten  bilim adamı Klaus Schmidt 21 Temmuz 2014 günü Almanya’da kalp krizi geçirerek ölüyor. Akabinde Şanlıurfa’daki evi soyuluyor. Türk eşi olayı basına büyük bir ev hırsızlığı olarak açıklıyor. Sebepsiz hiçbir olay yoktur diyerek ve Göbekli Tepe’nin 2018 yılında dünya kültür mirası listesine eklendiğini bildirerek bu bölümü noktalıyorum. Peygamberler şehrini henüz gezmeye başladık! Meltem Karakoyun 15 Kasım 2018  
Şanlıurfa Göbeklitepe Gaziantep’ten sonra istikamet Şanlıurfa! Ebru’yla Gaziantep’in şehirlerarası otogarından Şanlıurfa’ya gitmek için otobüse bindik. Yol boyunca Güneydoğu Anadolu bölgesinin güzelliklerine şahit oluyoruz. 150 km yaklaşık iki saatlik bir otobüs yolculuğunun keyfini pencereden baka baka çıkartıyorum. Gaziantep sınırından Şanlıurfa sınırına geçtiğimiz halde kıraç topraklar üzerinde yetişen fıstık ağaçlarının bolluğunu ve güzelliğini görmek, son derece keyifli kıldı yolculuğumu. Dünyadaki en büyük fıstık üreticisi ülke İran, ikinci sırada ABD’leri ve üçüncü sırada ise Türkiye var. GAP projesine gereken önem verilmiş olsaydı, eminim ilk sırada Türkiye olurdu! Her iki şehrin ortasından geçen Fırat Nehrine ve Halfeti’ye otobüsün penceresinden heyecan ve ilgiyle bakarken, otobüsün muavininin dikkatini çekmiş olmalı davranışım. Bize bölge hakkında bilgi verebileceğini kendisinin Şanlıurfa’lı olduğundan bahsederken, sohbet ve karşılıklı sorularımız arttı. Şanlıurfa’lı bir arkadaş edinmiştik. Maksut, Halfetiyi mutlaka gezmemiz gerektiğini ve tekne turuna çıkmanın unutulmaz bir anı olacağından bahsetti. Ayrıca birde dizi film çekiliyormuş o dizinin çekildiği köyün turist akınına uğradığından bahsetti.

Ben diziler konusunda pek bir cahil olduğum için.

Hangi dizi olduğunu söylediği halde  şimdi bile anımsamıyorum. Halfeti’ye ait ve sadece Halfeti’de yetişen siyah bir gülden bahsetti. Siyah lale’yi çocukken okuduğum Alexsander Dumas’a ait bir kitaptan biliyordum ama siyah gülün varlığından haberdar değildim. Maksut siyah gülün güzelliğinin ve devamlılığının sadece dalındayken olduğunu ve gül koparıldığı anda kırmızıya döndüğünü anlattı bize. Bu esrarengiz  siyah gülü görmek için bile gelinir buralara diye düşündüm. Kendi yöresini bir rehber gibi anlatan Maksut, artık bizim için yörede bulduğumuz bir hazine haline bürünüyordu.

Keyifli sohbet bitmemişti ama yol bitmişti.

Şanlıurfa’ya varmıştık artık. Ne olur ne olmaz diyerek Maksut’un telefon numarasını da aldık ve teşekkür ederek vedalaştık. Ebru Urfa’da tarihi geçmişi olan bir Han’da oda ayırttığından bahsetti, ayrıca aynı akşam sıra gecesine katılacağımızdan da. Ebru süpriz yapmıştı, mutlu olmam gerekiyordu ama adrese doğru ilerledikçe, içimde bir huzursuzluk baş gösterdi... Tarihi Han’ı bulduk içeri girer girmez yüzümüze çarpan rutubet kokusu, huzursuzluğumun ilk sebebi gibi gün yüzüne çıktı. Resepsiyon görevlisine odaya yerleşmeden önce odayı görmek istediğimi söyledim aynı anda Ebru’dan gelen niye diye soran bakışlara az sonra cevap gelecekti. Sırt çantalarımız omuzlarımızda kaç basamak tırmandık bilmiyorum sonra bir kapının önünde durduk; görevli kapıyı açtı, ama oda karanlıktı, içeri bir adım atar atmaz buranın gerçekten tek bir oda olduğunu ve içinde ne bir cam ne de tuvalet banyo olmadığını anladık. Sürekli oda diye bahsetmelerinin asıl sebebi ortaya çıkmıştı.

Ebru’ya henüz görevli tek kelime etmeden ben burada kalmam dedim.

Sanırım tepkim biraz sertti şimdi pek anımsamıyorum. Aynı anda görevli odanın ışıklarını açmıştı ve oda diye sattıkları turistik ve tarihi Han’ın Berbat bir yer olduğunu daha fazla anlatmama gerek yok sanırım. Gelen turistleri bu pis odalarda mı ağırlıyorsunuz diye hiddetle sordum ve asla orada kalmayacağımızı belirttim. Hala ülkemizin turizm  konusunda neden bir çıta atlayamadığının bir kanıtıydı bu Han! Çünkü internetteki sitelerine  koydukları  resimlerle bizim gördüğümüz manzara hiç örtüşmüyordu. Gelen yerli ve yabancı kimbilir kaç kişi bu manzara karşısında büyük bir hüsrana uğramıştı. Yapılan işin dürüst ve doğru yapılmasının önemi her sektörde kendini gösteriyordu. Ebru biraz şaşkındı, dağlarda çatırda kalan sen bu odayı niye beğenmedin, alt tarafı bir gece kalırdık diyordu. Cevabım çok netti dağlarda bir beklentimiz yok doğa temiz havası ve yapısı ile çok daha emniyetli ve  konforludur benim için. Çantaları sırtlandık, sert tepkime rağmen akşam sıra gecesi için randevumuzu iptal etmeyin diye de bildirdik. Şanlıurfanın sokaklarını biraz arşınladık kalacak adam gibi bir yer yok gibi derken en nihayetinde bulduk bir otel ve yerleştik. Şanlıurfa’ya gelirken otel konusunda beklentileriniz yüksek olmasın. Hiltonda kalacaksanız başka tabi. Yerleştiğimiz otelde biraz dinlenip, günün krizli geçen bölümünü atlattıktan sonra, sıra gecesine gitmek için hazırlandık.

Biraz keyiflenmeyi hak ettik diye düşünüyorum.

Davullu, zurnalı yüksek sesle  ve ıslıklarla halaylar çekiliyor, Kürtçe şarkılar bağıra bağıra seslendiriliyordu! Şanlıurfa Göbeklitepe Salonun geniş bir köşesinde koca bakır kaplarda ustaların teriyle harmanlanan çiğ köfteler yoğruluyor, yoğrulan çiğ köfteler tabaklara konarak adeta havada, uçuşarak konuklara servis ediliyor. Önce garipsediğimiz ortama kısa sürede adapte olarak, gecenin keyifini çıkartıyoruz... Ertesi gün için adresimiz belli, Göbekli Tepe! Hedefimiz Göbekli Tepe, nasıl gitsek diye düşünürken, aklımıza yeni tanıştığımız Maksut geldi. Hemen aradık ve eğer vakti varsa bize Şanlıurfayı gezdirebilir mi? Diye sorduk. Büyük bir memnuniyetle dedikten sonra, hemen buluştuk ve görmek istediğimiz yerleri sıraladık. Göbekli Tepe, Balıklıgöl, Harran Ovası ve kümbet evleri derken sadece iki günde hepsini gezebilmeniz için araç gerekli dedi. Araba kiralayabiliriz dedim ve bir oto kiralamacıya giderek iki günlük araç kiraladık. Maksut ayrıca gönüllü şöförümüzde oldu. Evet ilk istikamet yıllırdır görmek istediğim yer olan Göbekli Tepe, şehir merkezine sadece 12 km uzaklıkta ve oldukça düzgün bir otoyoldan giderek  dünya tarihini alt üst eden arkeolojik kazıların devam ettiği Örencik köyüne vardık.

Bu muazzam tarihi kalıntıları gün yüzene çıkartan Alman bir Arkeolog olan Klaus Schmidt.

Defalarca araştırma yapılan bölgede şans 1994 yılında Klaus Schmidt’e gülmüştü! Bir Türk arkeoloğa değil, bu da apayrı bir üzüntü konusudur, zihnimde. Tabi Göbekli Tepe’nin bulmasına katkı sağlayan yerli vatandaşımız Şavak Yıldız’ı anmadan geçemem. Bu bilgiyi Klaus Schmidt’in kaleme aldığı ‘’Taş Çağı Avcılarının Gizemli Kutsal Alanı Göbekli Tepe. En Eski Tapınağı Yapanlar ‘’ adlı kitabından öğrendim ve sizlerle paylaşmak istedim. Neden önemsediğime gelirsek; Türkiye’deki pek çok tarihi kalıntıların gün yüzüne çıkmasının en büyük yardımcıları, kendi yöresini iyi tanıyan yerli halk ve çobanlardır. Bence onların yerlerini çok daha fazla önemsemeliyiz.

Göbekli Tepe’nin eşsiz izlerini görmek için kapıda herhangi bir giriş ücreti ödemedik!

Bu durumu öylesine yadırgadım ki anlatamam. Hem dünya tarihini değiştirecek kült bir yapıdan bahsediliyor hem de bu yapının korunması veya kazıların devamlı olması için sembolik bile olsa bir ücret alınmıyor. Garip ve çok üzücü. Kültür bakanlığı belli ki buranın kıymetini pek kavrayamamış. Kazıyı yapanların, turistler için hazırladıkları ahşap iskele ve köprü üzerinden geçerek T şeklinde ayrılmış, yüksek taş duvarlara yaklaşıyoruz. Çemberin tam ortasında ise 5,5m yüksekliğinde iki dikilitaş bulunuyor. Hiç bir detayı kaçırmadan bu kült yapıyı incelemeye başlıyoruz. M.Ö 12 bin yılana ait bir yapının içinde olmak ve yapının duvarlarına dokunabilmek... Yüksek dikilitaşlardaki iri hayvan rölyefleri birer gardiyan gibi. Tilki, turna, yılan, aslan ve pek çok kabartma bir taş ve kabartma ustalığından söz ettiriyor. Tam ortada bulunan her iki T şeklindeki dikili taş birer insanı andırıyor. Yekpare gövdenin üstüne eklenen yatay taş kafayı, uzun bölümü gövdeyi ve dikilitaşın geniş yerinden uzanır gibi, dar bölmede eli belindeymiş gibi bir ifade beliriyor. Hatta ellerin birleştiği yerde bir kemer tokası ve tokanın altından sarkan bir tilki postu oldukça belirgin. Avcı toplayıcı dönemden, Neolitik Çağa  tarihlenen bu yapı insanoğlunun aslında o dönem ilkel birer topluluktan ibaret olmadığının en belirgin kanıtıdır bence. Nasıl bir devirse mimariden, estetikten ve sanattan anlayan hatta bunu taşlara yontan, yontarken soyut kavramlar üzerinde çalışan, hayal dünyası oldukça geniş bir topluluktan söz etmeliyiz.

Bölgenin etüt çalışması yapılırken yeraltı radarı kullanılmış.

Radar toprağa radyo dalgaları göndererek, derinlerde çarptığı cisimlerden yansıyan sinyallerle adeta yaraltı haritası çıkartılmış.  Kapsamlı araştırma 90 bin metrekare alanda yapılmış. Gün yüzüne çıkartılan 4 çember yapının haricinde henüz 16 adet çember yapı gün yüzüne çıkmayı bekliyor. Günlük kullanıma uymayan bu yapıların birer ibadet yeri olduğuna inanılıyor. Avcı toplayıcı insan bugüne kadar önce tarım yapmayı öğreniyor, sonra yerleşiyor ardından dinlere inanıyor ve inancı gereği tapınaklar inşa ediyor böylece yarleşik, kuralları ve hiyerarşisi olan şehirleşmenin başladığına inanılıyordu. Göbekli Tepe’de ise avcı toplayıcı insan önce dine ihtiyaç duydu ve tapınak inşa etti, sonra tarım yaptı ve şehirleşti diye öne sürülüyor bilgiler. Peki bu avcı toplayıcı hangi ara inşaat, mimari ,resim ve estetik sanatları öğrendi? Kimdi bu insanlar, tarihleri ve kökenleri bilinmiyor. Yapılar içinde bulunan vahşi hayvan kemikleri ile evcil hayvanları yoktu tezi öne sürülüyor! Göbekli Tepe, dünya tarihini tepe takla etti, bizlere sadece hikaye bölümleri aktarılıyor. Gerçek ve net kanıtlar ise saklanıyor. Bu kanıya varış sebebim ise; kazı çalışmalarını yürüten  bilim adamı Klaus Schmidt 21 Temmuz 2014 günü Almanya’da kalp krizi geçirerek ölüyor. Akabinde Şanlıurfa’daki evi soyuluyor. Türk eşi olayı basına büyük bir ev hırsızlığı olarak açıklıyor. Sebepsiz hiçbir olay yoktur diyerek ve Göbekli Tepe’nin 2018 yılında dünya kültür mirası listesine eklendiğini bildirerek bu bölümü noktalıyorum. Peygamberler şehrini henüz gezmeye başladık! Meltem Karakoyun 15 Kasım 2018  
Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve habergalerisi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.
startup ekosistemi, istanbul kaynak makinesi, boşanma avukatı, istanbul evden eve nakliyat, istanbul bodrum nakliyat, Mersin Evden Eve, https://www.metkimbocekilaclama.com/, kasko teklifi, malatya araç kiralama, en iyi evden eve nakliyat, evden eve nakliyat, istanbul böcek ilaçlama, hasta yatağı kiralama, mide balonu, evden eve nakliyat