Peygamberler Şehri Şanlıurfa
Tarihin her dönemine ait bulgular veren ve dünya tarihinin yeniden yazılmasına sebep olan Göbekli Tepe’den ayrılarak peygamberler şehri diye bilinen Urfa’nın ünlü Balıklıgölü’ne doğru gidiyoruz... Rehberimiz Maksut, Ebru ve ben. Ünlü tariçi Abû’l-Farac göre Hz. İbrahim tarihte ilk kurulan şehirlerden biri olan Urfa’da doğmuştur. Rehberimiz Maksut anlatıyor; Nemrut’un tüm putlarını hz.İbrahim kırar ve kırdığı baltayı bir putun eline tutuşturur. Nemrut öfkeyle sorar kim yaptı diye? Hz. İbrahim işte oradaki put yaptı der!
Nemrut öfkelenir ve put bunu nasıl yapar? der.Hz. İbrahim de işte ben de size bunu anlatmaya çalışıyorum. Hastalık, sağlık, mucize her şeyi putlardan bekliyorsunuz nasıl olur ? Böylece Nemrut’un öfkesi artar ve büyük bir ateş yaktırır. Bugünkü ‘’Halil-ül Rahman Gölü’nün bulunduğu yere. Tepenin üzerinden mancınıklar ile yakılan ateşin içine fırlatılır. Rivayete göre Hz.İbrahim’in ateşe düştüğü yer ‘’ göle ve gül bahçesine’’ , ‘’ateş suya, odunlar da balığa dönüşür’’. Nemrut’un kızı Zeliha’nın düştüğü yer ise ‘’ Aynzeliha Göl’’üne dönüşür. Bu göllerdeki balıklar tüm halk tarafından kutsal sayılır ve ellenmez. Balıklıgöl ve çevresi yerli ve yabancı turist akınına uğramış, oldukça fazla kara çarşaflı İran’lı ya da zengin Suriye’li dolu. Yerli turistlerin sayısı da azımsanmayacak kadar çok. Balıklıgöl etrafındaki tüm restoran ve kafeler dolu. İç turizmin canlılığı bizi mutlu ediyor.
Kutsal mekanların içine girerek bizde dua ediyoruz.Bir başka rivayete göre daha Kral Nemrut henüz Hz. İbrahim doğmadan önce bir rüya görür ve rüyayı müneccimlere yorumlasınlar diye anlatır. Müneccimler, aynı yıl doğacak bir çocuğun kendisinin saltanatına son vereceğini söylerler. Bunun üzerine Nemrut da askerlerine o yıl doğacak bütün erkek çocukların öldürülmesini emreder. Hz. İbrahim’in annesi doğum öncesinde gizlice bir mağarada saklanır ve orada doğum yapar. Oğlunu 7 yıl bu mağarada gizler. Balıklıgöl etrafında ziyaret ettiğimiz kutsal mağradan bahsediyorum. Hz. İbrahim’in doğduğu mağara olarak kabul ediliyormuş. Hz. Muhammed’in sakalının bir telinin de burada saklandığına inanılıyor, ayrıca halk, bu mağaradan çıkan suyu zemzemden sonra en şifalı su olarak kabul ediyor. İzlediğim bir belgeselden edindiğim bilgiye göre; Museviler açısından Urfa, Hz. İbrahim, Hz. Yakup ve Hz. Musa’nın yaşadığı topraklar olması nedeniyle Arz-ı Mev’ud yani vaad edilen topraklar içine yer alıyor. Bu sebeple Doğu Yahudi’liği ve Hırıstiyanlığı için Urfa ve Harran Hac mekanları olarak görülüyor. Urfa ayrıca Hırıstiyanlar açısından Hz. İsa’nın kutsadığı bir şehirdir. Bugün İtalya’nın Torino kentinde sergilenen Hz. İsa’nın sureti olduğu düşünülen ‘’kutsal mendil ‘’ Urfa’ya aitmiş.
Müslümanlar açısından Urfa; İbrahim’i ve Eyyubi bir şehirdir.Hz. Eyyub ise sabrın sultanı olarak bilinir ve türbesi Eyyübnebi beldesindedir. Sanırım bunca hikaye ve efsane Urfa’nın neden peygamberler şehri diye anılmasını gayet net bir şekilde ortaya koyuyor. Balıklıgöl etrafında bir çok kazı alanı var ve hemen yanıbaşında Halepli Bahçe adı verilen 13 odalı bir sarayın taban mozaikleri bulunduğunu duyuyoruz fakat görme imkanımız yok çünkü halka henüz açık değil. Bulunan taban moziklerinin neler olduğunu sonradan öğreniyorum. Amazon kraliçelerinin ilk örnekleri, binanın koruyucu tanrıçası Kisis, Turuva savaşlarının kahramanı Aşil, Aşil’i eğiten at adam, Aşil’in annesi deniz tanrıçası Thetis, Truva atının fikir babası Odysseus tasfirleri yer almaktaymış. Şanlıurfa’ya tekrar gelebilmek için bir nedenimiz olsun. Çünkü Şanlıurfa ve çevresinde sayısız mozaik bulunmuş ve çoğu gün yüzüne çıkarılmayı bekliyor.
Böylece mozaikler şehri Şanlıurfa adınıda hak ediyor.Unutmadan M.Ö 3400 yılına ait dünyanın en eski Mozaği de bu ilimiz sınırları içinde bulunmuş. Balıklıgöl etrafında dolaşırken kentin en çarpık yerleşim yeri kayalar üstüne kurulu gece kondular dikkatimizi çekiyor. Meğer buralarda mağralar ve farklı dönemler ait kalıntılar varmış. Sit alanı olması gereken yerler talan edilmiş. Sanırım şimdi koruma çalışmaları başlatılmış. Balıklıgöl etrafında bulunan dünyanın en eski heykelini görmek için Şanlıurfa arkeoloji müzesine gidiyoruz. M.Ö 10 bin yılına ait bu taş heykel oldukça büyük, tıpkı T şeklinde Göbekli Tepe’de gördüğümüz anıtlarda olduğu gibi bu heykelde eli belinde tutar pozisyonda taşa işlenmiş. Tek fark bu heykelin gözü, ağzı ve burnu var. Demek ki Göbekli Tepe’deki heykellere yüz bilerek işlenmemişti belki ilahi varlıklar olarak kabul edilmişlerdi. İçinde bulundurduğu eser sayısı bakımından Türkiye’nin beşinci büyük müzesi olan Şanlıurfa Arkeoloji müzesi görülmeye değer.
Vatanın her karışı birbirinden çok kıymetli bunları sadece gezerek ve görerek idrak edebiliriz.Yollara düşün ve keşfedin anayurdumuzu lütfen. Bu arada Urfa Kurtuluş savaşı yıllarında kendi kendini koruyan bir şehir olduğu için 1984 yılında TBMM de alınan kararla adına yaraşır bir ünvanla Şanlıurfa olur. Biz Şanlıurfa’nın geleneksel yemeklerini yiyerek yola devam ediyoruz. İstikamet Harran, tarihi Harran evlerini birer masalsı ev gibi buluyoruz. İçinde yer alan renkli kumaş ve şalların satıldığı bir dükkan, minik bir müzeye dönüştürülmüş bölme. Tahta beşikten, duvarda asılı olan gelinliğe, beylik tabancalarından, kilimlere bir dönemin tarihini içinde barındıran Harran evleri oldukça ilginç ama sadece turizm amaçlı kullanılan ‘’Harran Kültür Evi’’ Kültür bakanlığınca satın alınıp 5 tanesi restore edilmiş. İşletmesinide Araplar yapıyor herkes Arapça ya da Kürtçe konuşuyor. Kubbeli kerpiç evlerin özelliği ise kubbelerinin tuğladan örülmüş olması imiş. Çünkü bu bölge tuğlanın ham maddesinin yoğun olduğu yerlermiş. Kubbelerin yüksekliği beş metreyi buluyor. Örgüleri düzensiz ve balçık sıva ile içi, dışı sıvanmış. Yazın serin kışın ise sıcak olurmuş içleri. Pek fazla vakit harcamadan görebildiğimiz kadar çok yeri görmek istediğimiz için yolla devam ediyoruz... Dünyanın en eski üniversitesi olan tarihi Harran üniversitesi kalıntılarını, Keşiş mağaralarını, Bazda mağaralarını, Anadolu Şelçuklu dönemine ait Han El Barur kervansarayını ziyaret ediyoruz. Hz. Musa’nın Kıpti birini öldürdükten sonra saklandığı ve onu koruyan Şuayb peygamberin çobanlık yapmasına izin verdiği hatta kutsal Asa’sını verdiği yer olan Şuayb antik kentini ziyaret ediyoruz. Antik kentin ortasında bir köy! Burada mola veriyoruz. Köyün çocukları inanılmaz net ve güzel Türkçe konuşuyorlar. Onlarla koşup oynuyoruz ve bizi kümbetlere götürüyorlar orada ilgimizi çekecek olan şeyler olduğundan bahsediyorlar. Çocuklarla birlikte bir kaç kümbetin içine giriyoruz Ebru’yla. Silinmeye yüz tutmuş kabartmalar ve yazılar var. Ayaklarımız kaya kaya girdiğimiz kümbetten zor çıkıyoruz. Bizi Hz.Musa’nın Asa’sı ile açtığına inanılan bir kuyunun başına götürüyorlar. Köylerini çok iyi bilen çocuklar neşe içinde, dörtbir yanımızda öylesine güzellerki anlatamam. Çocuklardan birinin annesi ile selamlaşıp sohbete başlıyoruz.
Köyün pek nüfusu yok ama hepsi başka bir köyde bulunan okula gidiyormuş.Kız ve erkek çocukları ayırt edilmeden eğitim alıyorlarmış. Belki de ileride bir kaç tanesi arkeolog olarak köylerinin bilinmeyen tarihini gün yüzüne çıkartır. Bu güzel insanların yaşadığı köyü ve onları tanımış olmaktan ayrıca büyük bir keyif alıyorum, benim için Şanlıurfa’nın en güzel yeri bu köy ve çocukları. Oradan ay yıldız ve gezegenlere tapınma yeri olan Paganların önemli bir kentinin kalıntıları olan Soğmatar antik kentine gidemiyoruz, çünkü vakit oldukça geç. Bir daha ki sefere burayı da not ediyorum. Bir gün Şanlıurfa’ya tekrar gelmek üzere artık geri dönmeye karar veriyoruz ve karnımız oldukça acıkıyor havada kararmak üzere. Yol güzergahında konaklayıp yemek yiyebileceğimiz hiç bir yer yok, ıssız bir kaç ev dışında! Ben kapının birini çalıp ekmek peynir isterim diyorum. Ebru ve Maksut şaşkın şaşkın yüzüme bakıyorlar. Maksut’a bir evin kapısına yanaşmasını söylüyorum, arabadan inerek evin kapısını çalıyorum, kapı açılıyor. Karşımda duran renkli örtü ve tüllere sarılı güler yüzlü koyu tenli bir kadın, tek kelime Türkçe bilmiyor. O şaşkın ben ondan şaşkın bakışıyoruz. İşaret diline başvurarak karnımı ve ağzımı gösterip anlatmaya çalışıyorum. Kadın açtığı kapıdan içeri süzülerek elinde bir torba ve bir şişe su ile az sonra geri geliyor. Mis gibi kokan lavaş ekmeği ve köy peyniri. Kadına sarılarak teşekkür ediyorum ve arabanın içinde mis kokulu lavaşla, peyniri büyük bir mutlulukla midemize indiriyoruz. Hepimiz şaşkın ve mutluyuz. Burası binlerce yıllık kökleri ile Anadolu. Konukseverliği ve tanrı misafiri anlayışı ile Anadolu geleneği hala sürüyor. Ertesi günü Maksut’a çok çok teşekkür ederek kiraladığımız arabayı teslim ederek Nemrut’a Adıyaman’a doğru gitmeye karar veriyoruz. Buralara kadar gelmişken Nemrut dağına çıkılmadan dönülmez diyoruz... Haftaya! Meltem Karakoyun 27 Kasım 2018