Kahta Nemrut

Kahta Nemrut - Şanlıurfa’yı da çok sevdik, yöre halkı, yemekler, yeni yerler ve dostlar derken artık ayrılık vakti. Geride kalan son iki günümüzü Nemrut dağına  ayırıyoruz.

Adıyaman’ın Kahta ilçesine gitmek isteyen çok fazla yerli ve yabancı turist var.

Bunu fırsat bilen yöre halkı, kendi araçlarını dolmuş taksi gibi kullanmaya başlamış.

Yasal mı, değil mi? Bilemem, fakat bizde bu yolu tercih ediyoruz.

İki kişi daha gelirse biz yola çıkmaya hazırız.

Biraz bekledikten sonra bir çift geliyor ve Şanlıurfa’dan Kahta’ya hareket ediyoruz. Yaklaşık üç saat sürüyor yolculuğumuz.

Şoförün tavsiyesi üzerine Kommagene adlı otele gitmeye karar veriyoruz.

Hava iyice soğumaya başladı, karşımızda ahşaptan yapılmış sımsıcak görüntüsüyle duran otel ve bizi güler yüzü ile karşılayan personeli, içimizi ısıtıyor.

Hava iyice karardığı ve yorgunluğumuz arttığı için, dışarı çıkıp birşeyler yemek istemedik.

Akşam yemeğimizi otelde yemeye karar veriyoruz ve pişman olmuyoruz.

Güzel bir Türk kahvesi ile de derin sohbetlere dalıyoruz ve yarının heyecanı ile odalarımıza çekiliyoruz.

Ertesi sabah vakit kaybetmeden yola çıkmak istediğimiz için otelden Kahta ve çevresini gezebileceğimiz, Nemrut dağına çıkabileceğimiz bir tur satın alıyoruz.

Arsemia Ören yeri ilk uğrak noktamız; Arsameia, Kommagene'lerin atası Arsemez tarafından İ.Ö. ikinci yüzyılın başlarında kurulan, Krallığın yazlık başkenti ve idare merkezi olarak biliniyor.

Kral I.Antiochos’un yazılı kitabelerinden öğrendiğimize göre; Arsameia Kahta çayının doğusunda Eski Kahta kalesinin karşısında kurulmuş.

Kral I.Antiochos ve Herakles’in tokalaşma stelin tam karşımızda tüm heybetiyle duruyor.

Bu  tokalaşma Doğu ve Batı’nın birleşmesi olarak dile getiriliyor.

Dev stelin arka kısmında ise uzunca bir Grek yazısı var.

Binlerce yıl öncesine dokunmak ister gibi elimi kabartma stelin üzerinde gezdiriyorum.

Rehberimiz, derin bir kaya dehlizinden bahsediyor oraya yürüyoruz.

Her yer demir parmaklıklarla çevrili.

Dipsiz kuyuya göz atarak etrafında turluyoruz.

Kommagene Kırallığı’nın toprakları üzerindeyiz. Tarih öncesinin egemen gücü kalıntıları ile gücünün tükenmediğini haykırmak ister gibi... Mithridathes Kallinichos'un mezar tapınağı ve saray kalıntıları bu düşüncemi destekler gibi varlığını sürdürüyor.

Arsameia ören yerinden ayrıldıktan sonra Cendere Çay’ına  yaklaşıyoruz.

Daha önce varlığından haberdar olmadığım tarihi Cendere köprüsü ile karşılaşıyoruz.

Burası Roma’lılardan kalma dünyanın en eski tek kemerli taş köprüsü olarak da biliniyormuş. Dedim ya biz bilmiyorduk.

Taş köprünün cazibesine kapılara karaçtan iniyoruz ve  baştan sona iki kez arşınlıyoruz taş köprüyü.

Ve sonra Cendere Çay’ının serin sularında elimizi yüzümüzü yıkıyoruz.

Yüz yıllara meydan okuyan bu köprüye veda ediyoruz.

Güzelliğinden ve ihtişamından ödün verme güzel köprü...

Karakuş Tümülüsü’ne varıyoruz.

Bu isim yöre halkı tarafından verilmiş olmalı.

Çünkü, Kommagene Kral II. Mithridates’in annesi için yaptırdığı bir anıt mezarmış burası.

Yaklaşık 20 metre olan bu sütunun üzerinde bir  kartal heykeli var.

Tümülüsün doğusunda bulunan iki adet sütunun birinde aslana benzer bir heykel var ama oldukça tahrip olmuş.

Diğer sütunda ise boğa heykeli varmış, bir zamanlar.

Burada bulunan diğer anıt mezarlar ise; Kommagene Kralı I. Antiochos’un oğlu, Kral II. Mithridates’in  kız kardeşi Laodike ile tokalaşma kabartması.

Kral I. Antiochos’un eşi İsias, kızı Antiochis ve torunu Aka için inşa edilmiş  bu anıt mezarlar bize o döneme ait kültürel bilgiler veriyor.

Nemrut dağından önce Yeni Kale diye bilinen sivri kayalar üzerine işlenmiş dantel gibi duran muazzam bir kaleyi gösteriyor rehberimiz bize.

Hititler tarafından yaptırıldığı düşünülen kale, Memluklular ve Osmanlılar döneminde de kullanılmış.

Kale bir çok uygarlığa ev sahipliği yapmış.

Urartu, Part, Kommagene, Roma, Sasani ve Araplar.

Kalenin; kapı girişi üzerinde, mescit’te, doğu tarafında, ve sarayın giriş kapısında olmak üzere pek çok sayıda kitabeler mevcutmuş.

Biz o tepeye çıkamıyoruz çünkü vakit daralıyor.

Nemrut dağının zirvesi bizi bekler.

Kale içinde Mescit, Hapishane ve zindan, posta güvercinlerinin yetiştirildiği kule, sarnıçlar, hamam ve Kahta Çayına inen gizli bir de su yolu varmış.

Yolumuz bir daha düşerse uzunca bir vakit ayırmak gerektiğini biliyoruz burası için.

Ve Milli Parkın içinde yer alan Nemrut dağına tırmana bilmek için araçtan iniyoruz.

Dağın eteğinde bulunan gişeden giriş biletlerimizi alıyoruz.

Ve oldukça kalabalık olan kafeteryasında tırmanış öncesi güzel bir çay içerek diğer maceracılarla sohbet ediyoruz...

Güneş batmadan önce zirvede olmalıyız.

Batı terasına yükselen geniş merdivenlerden yavaş yavaş yukarı doğru yürümeye başlıyoruz...

Ölümsüzlüğü ve tanrılaşmayı hedeflemiş bir Kral.

Tam 2 bin yıl tüm gizemiyle Nemrut dağının zirvesinde keşfedilmeyi bekledi.

Taki 1881 yılında Osmanlı topraklarında yol mühendisi olarak çalışan Karl Sester adlı bir adam buradan haberdar olana dek.

Yöre halkından edindiği bilgilerle ilgili Alman konsolosluğuna, Asur kalıntıları olabildiğine inandığı bir dağdan ve heykellerden bahseden mektup yollar.

Bunun üzerine Alman Arkeoloji Enstitüsü Otto Puchstein adlı arkeoloğu yollar ve Adıyaman’da bulunan Nemrut dağı birden tüm arkeoloji dünyasının göz bebeği olur.

Otto Puchstein ve Karl Sester 30 Nisan1882 yılında Adıyaman’dan Nemrut dağının zirvesine doğru yürüyüşe başlar.

Tam 2ay süren zirve tırmanışı sonunda Nemrut dağının zirvesine varırlar.

Dağı ilk gören bu iki kişinin ağzından alalım bilgileri: ‘’Tırmandığımız tepenin üzerinde en az 40 metre yüksekliğinde, bir dağ üstüne oturmuş bir dağ gibiydi; Kayadan yontulmuş yüksekçe bir podyum üzerinde sırtları mezar tepesine dönük oturur vaziyette, devasa boyutta 5 Tanrı heykeli yer alıyordu.

Yerdeki başlar iki metreden daha uzun, başsız gövdeler ise 10 metreden daha yüksek görünüyordu.’’

İncelemeler esnasında Otto Puchstein bir heykelin elinde topuz görür.

Yunan Tanrısı Herakles olabileceğini düşünür.

Tam o sırada heykellerin arkasındaki eski Grek’çe yazılmış, yazıtları görür.

Yazıtlarda şunlar yazılıdır: ‘’ İştegördüğün gibi tantılara layık olan bu heykelleri ben diktirdim.

Apollo-Mithras, Herakles-Artagnes, Zeus-Oromasdes, Hera-Teleia, Hermes-Helios ve herşeyi besleyen vatanım Kommagene’nin heykelleri.

Aynı taştan yapılmış ve aynı tahtlar üzerinde oturarak duaları işiten tanrıların yanına kendi heykelimi de koydurdum.’’

Hayatının keşfini yapan Arkeolog tek bir şeyden emindir.

Bu heykeller Asur’lulara ait değildir.

Yunan ve Pers izleri ise çok netti. Çünkü tanrı isimleri hem Grek’çe hem de Pers’ce yazılmıştı

Yazıtlardaki tahribattan dolayı, bu heykelleri yaptıran kişinin adı ilk önce anlaşılamadı.

Dağın etrafında keşfe çıkan Pushtein dağın arkasına çıkan bir başka terası keşfeder ve şaşkınlığını sanırım tahmin etmemiz imkansızdır.

Doğu ve Batı terasında bire bir aynı heykelleri ve taşlara yazılı aynı metinleri fark eder.

Böylece Batı Terasında bulduğu metinlerle Doğu Terasındaki eksik metinleri tamamlayarak pazılın taşlarını birleştirir.

Bulduğu önemli bir başka metinde ise; ‘’Pers ülkesi, Makedon ülkesi ve vatanım Kommegene’nin bütün tanrıları, çocuklarını ve torunlarını kutsamaya devam edecekler.

Bu zafer Büyük Kral Antiochus  adil ve göze görünür tanrı.

Roma ve Helen dostu Kral Mithridates Kallinicus ve tanrıça kardeş sever Kraliçe Leodike’nin oğlu.

Kendi lütufkarlığındankaynaklanan işleri sonsuzluğa aktarabilmek için, kutsanmış taht kaidelerine dokunulmaz harflerle yazdırdı.’’

Bu metne dayanarak Pers ve Makedonvarisi bir Kommagene Krallığından ve bu eserleri yaptıran Kralın kimliği artık belirginleşiyordu.

Heykeller ve kabartmalar kadar dikkat çeken diğer bir yapı ise 50 metre kadar göğe yükselen kireç taşları ile kaplıtümülüstü.

İki terasın arasında tüm araziye hakim bir konumda olan Tümülüs aslında yeryüzünde bulunan en büyük tümülüs örneğiydi.

Bu tümülüse Hiyerotezyan yani kutsal mezar anlamına gelen bir kavramda keşfedilmiş olundu.

‘’ Zamanın tahribine dirençte bu tapınak mezarın temellerini, göksel tahtların en yakınında atarak buranın ileri yaşa ulaşmış talihli bedenim için, sonsuz bir istiratgah olmasına karar verdim.’’Diye yazıyordu bir diğer yazıtta.

1883 yılında kazı ve keşif çalışmalarına İstanbul Arkeoloji Müzesi müdürü olan Osman Hamdi bey ve Almanya’dan Carl Humann ayrı çalışmalarda 70’ten fazla kabartmave heykel buldular.

Fakat asıl sırrı çözememişlerdi.

Tekrar kendi kaderine tek edilen Nemrutdağı 1947 yılında zirvesine varan, Amerika’lı bir  arkeolog olan Theresa Goell tarafından tekrar adından söz ettirmeye başladı.

Alman ve Amerikan ortak çalışması ile pek çok yeni kabartma ve heykeller bulundu.

Arsemia bölgesi ile Kommage’ne krallığının birbiri ile olan ilişkisi bu çalışmalar sonucu ortaya çıktı.

Batı terasında eşsiz bir aslan kabartması bulunmuştu.

Hellenistik Yunan geleneğine bağlı kalınarak yapılan bu kabartmanın kafasında ve yelelerinde Hitit etkileri çok bariz ortadaydı.

Aslanın sırtında üç gezegenin simgesi Merkür, Jüpiter ve Mars, ondokuz takımyıldızı ve hilal biçiminde bir ay.

Takım yıldızındaki gezegenler tapınaktaki heykellerle temsil edilmiş.

Dünyanın en eski Yunan Horoskopu  kabul edilen bu kabartma, M.Ö birinci yüzyılı işaret ediyor.

Aslanın sırtındaki yıldız dizini M.S ileTemmuz 62 yi simgelediği tahmin ediliyor.

Belki bu tarihler Anthikos’un tahtaçıktığı yılı, Roma ile yaptığı barış antlaşmasını ya da tapınağın inşasının tarihini veriyor olabilirdi.

Bu dağın en büyük gizemi bence, tarih sayfasından adeta yok olduğu düşünülen Hitit medeniyetinin izlerini taşıyor olması.

Zirveye güneş batmadan önce varabiliyoruz.

Doğu ve Batı teraslarında devasa heykellerin arasında gidip geliyoruz.

Bambaşka bir medeniyetin günümüze dek gelen, muhteşem eserlerin kusursuzluğu ve büyüklüğü karşısında başım dönüyor.

Hava oldukça soğudu, yüksekçe bir kayanın üstüne oturarak Doğu ve Batı medeniyetlerinin orta noktası Anadolunun güzelliklerini izliyoruz.

Aniden elime uğur böceği konuyor. Ve dikkatlice bakınca taşların arasında sayamayacağımız kadar çok uğur böceğinin varlığına şaşırıyoruz.

Ebru ile güneşin en muhteşem batışlarından birine Nemrut dağının zirvesinde tanık oluyoruz. Bu eşsiz anı yaşamak için hiç konuşmuyoruz...

Batan güneşi karşılamayı da öylesine çok isterdimki.

Bir haftalık Güneydoğu Anadolu turumuzun son durağı bu eşsiz tarihi mabet.

Yıllar öncesine ait Nemrut Dağına çıkma hayalimi gerçekleştirdiğim için kendimi çok şanslı hissediyorum. Hele de yollar iyi bir dost ile arşınlanıyorsa...

Dağın zirvesinden inişe geçerken sözü tekrar Kral I.Antiochos’ bırakıyorum: “Ata hükümdarlığını devraldığım zaman, dindarlığımın bir sonucu olarak, tahtıma bağlı krallığı tüm tanrıların ortak yurdu yaptım.’’

“Zamanın akışı içinde her kim, bu kanunu ve bize ibadeti korur ve sürdürürse, benim hayır dualarımla anılacaktır.

Tüm rahmetli atalar ve tanrılar ondan razı olsun.

Her kim ki, bu düzenin kutsal geçerliliğini bozar ya da zarar verir, ya da gerçek anlamını değiştirmeye yeltenirse, yalnız kendisi değil, aynı zamanda tüm soyu sopu rahmetli atalarımın ve tüm tanrıların hışmına uğrasın” Kralın sözleri zamanla unutuldu ve Kommagene Krallığı verilen öğütleri dinlemediği için geçen zamanlar içinde çöktü ve yok oldu!

2013 yılının Mayıs ayında henüz gezi olayları başlamadan evvel çıktığımız yolculuğumuza başladığımız yere Gaziantep’e geri dönüyoruz oradan direk İzmir’e uçuyoruz.

Kalbimiz Anadolu’nun eşsiz güzelliklerinde kalıyor.

Gezemediğimiz, göremediğimiz güzel şehirlerimiz ve tarihi eserlerimiz için tekrar gere geleceğim.

Zamanını bilemem ama bir gün elbet.

Yurdumuzu sahipsiz bırakmayalım bu vatan hepimizin...

Meltem Karakoyun

17 Aralık 2018