Atatürk Devletçilik İlkeleri
Atatürk Devletçilik İlkeleri - Batı'da bu kavram kapitalizmin iç-çelişkilerinin mevcut vahşi kapitalizmle çözümlenemeyeceğinden hareketle. Ortaya çıkmışken Türkiye'de durum çok daha farklı boyutta gelişmiştir. 1930'lu yıllara dek devlet, ciddi ekonomik imkanlara sahip değildi yani büyük dönüşümler kamu harcamalarıyla finans edilemiyordu. Bu yüzden Kemalist önderlik, liberalizmden, özel sektörün girişimlerinden medet umuyordu.
Ancak bu noktadaki sorun da Türkiye'de Batılı anlamda bir burjuva sınıfının oluşamamasıydı.Burjuvazinin yokluğu, sermaye sahibi, dönüşümleri finansa edebilecek birikimin de olmaması demekti. 1930'lu yıllarda başta İsmet İnönü'nün girişimleri ve Mustafa Kemal Atatürk'ün de desteklemesiyle devletçilik politikaları. Yürürlüğe konularak, beklenen iktisadi reformların Devletçilik'le yapılması sağlanmaya çalışıldı. Ayrıca rejimin meşruiyeti de bir bakıma devletçi politikalarla oturtuldu.
Atatürk Devletçilik İlkeleriCiddi sermaye birikimine sahip bulunmayan, herkesin her şeyi devletten beklediği bir dönemde devletin sosyal bağlamda halktan yeniden rıza alabilmesi için ekonomik alanda sorumluluğu üzerine alması, kalkınmayı gerçekleştirmesi şarttı. Avrupa'da solun giderek sesini daha fazla yükseltmesi, sosyal refah devletinin gündeme gelmesine koşut olarak önem kazanan devletçilik, Türkiye'ye geri kalmışlığın ve maddi yoksunlukların bir türevi halinde girmişti.
Devletçiliğe neden olan sosyal, tarihsel, ekonomik ve tarihsel etkenlere eğilmek gereklidir. Tarihsel etken yukarıda açıklanan koşullara ilişkindir. Sanayi Devrimi'ni yaşamamış, iktisadi sorunları aşamamış Türkiye, gelişmiş ülkelerle arayı kapatmak için Devletçilik politikasına mecburdu. Fakirliği erdem sayan “Bir lokma bir hırka” zihniyetiyle çağdaş medeniyetlere seviyesine ulaşılamayacağı gerçeği Devletçilik'i sosyal açıdan dayatmıştır. Türklerde sermaye birikiminin yoğunlaşmaması, yurt ekonomisinin yeniden kurulması yolunda gözleri devlete çeviriyordu. Halk her şeyi devletten bekliyordu. Bu Devletçilik ilkesini yaratan kültürel etkendi. Belki hepsinden önemlisi Osmanlı'nın son evresinde ülkede ekonomik hayatı idare eden, bunun kazanımlarından yararlanan yabancı güçler, Türkiye'yi sömürülecek bir Pazar olarak görmüşlerdi. Uluslar arası vahşi kapitalizmin en acımasız duraklarından birisine çevrilen Türkiye, eğer kendi ayakları üzerinde yükselmeyi beceremezse, kısa zaman içinde eskisinden beter olacaktı. Tüm hammadde kaynaklan yabancı güçlerce işletilen bir ülkenin bağımsızlığından ne ölçüde bahsedilebilirdi? Yabancıların sömürge pazarı olmaktan uzaklaşmak Türkiye'nin Türkler eliyle yönetilip yönetilmeyeceğinin göstergesi sayılacaktır. Kısacası siyasal bağlamda da Devletçilik geçer, hatta tek Akçeydi. Devletçilik ekonomik olduğu kadar sosyal, ahlaksal ve ulusal bir terimdir. Ulusal servetin dağılımında adaletin sağlanabilmesi, sınıfsız toplumun uyum içinde yaşatılabilmesi, sosyal devlete ulaşma yönünde. Ulus-devletin yeniden tanımlanması aşamalarında, kişinin çalışmaya teşviki, çalışan, üretenlerin refah paylarının yükseltilmesi. Vatandaşların geleceğinin garantiye alınması Devletçilik ilkesini zorunluluk yapan etmenler arasındadır. Bir diğer deyişle hem ulusal birliğin korunması hem de bağımsızlığın sağlanması o günlerde Devletçiliğe bağlı görünmüştür. Aslen Atatürk, devletçilikten sadece bir kez bahsetmiştir ama liberal sistemle başarıya ulaşılamayacağını sezinledikten sonra, o da bu ilkeyi hassasiyetle ele almış, takipçisi olmuştur. Daha önceki bölümde halkçılığa dayalı devletçilik ilkesinin 1930 sonrası ekonomide ağırlık kazandığım ve 1932 tarihinin devletçilik açısından en önemli dönüm noktası olduğuna değinilmişti. Ancak devletçilik konusunda ilginç tarihlerden bir diğeri de 1931'dir.Zira 10 Mayıs 1931'de toplanan CHP 3. Kurultayı ile CHP ilk kez bir siyasal programa sahip olmakta ve bu programda iktisat politikalarına ilişkin tercihler de yavaş yavaş açığa kavuşmaktaydı. Topluma bakış, siyasetin biçimlendirilmesi, iktisat politikalarıyla birlikte bu kurultayda programa kavuşturulmak istenmektedir. Söz konusu kurultayda CHP'nin Laik, Halkçı, Devletçi, Milliyetçi, İnkılapçı, Cumhuriyetçi bir parti olduğu kabul edilmekte ve sınıf ayrımları kesin bir dile reddedilmektedir. Milleti küçük çiftçiler, küçük sanayi erbabı ve esnaf, amele ve işçiler, serbest meslek erbabı ile sanayi erbabı, büyük iş sahipleri ve tüccar zümrelerinin oluşturduğuna değinilen programda bu zümrelerin ayrı ayrı sınıflar olmadıkları belirtilmektedir. Ancak, Gökalp'in Durkheim sosyolojisinden etkilenerek geliştirdiği dayanışmacı fikirlerden güç alan program, küçük üreticiler, işçilerle tanımlanan bir yapıya büyük sanayici de ekleyip halkçılık açısından soruna neden olmakla yer yer eleştirilmekten kurtulamamıştır.
Kaynak: Baran Dural, Atatürk'ün Liderlik Sırları