Cemal Tollu
Vefa sözcüğü eğer anlamından değer kaybetmeye başlarsa, toplum olarak dayanacak küçücük bir dalımız bile kalmayacaktır.
Oysa hayatta kalmanın birinci koşulu unutmamaktır.
Belleklerimizi hep canlı tutmak ve varoluşumuzu borçlu olduğumuz insanlara nasılda büyük bir vefa borcumuz olduğunu bilmek zorundayız...
Diye başlıyor ‘’ Cumhuriyet’e Kanat Gerenler ‘’ adlı belgesel...
Pek çoğunuz benim gibi bende adını dahi duymamıştım bu belgeselin.
Değerli hocam Prof.Dr. Cihan Dura sayesinde geçmiş yıllara ait olan bu belgeselden haberdar oldum.
‘’Cumhuriyete Kanat Gerenler’’ Ne kadar içten ve samimi bir isim bir belgesel için, öyle değil mi?
Hemen internette araştırmaya başladım tesadüf eseri açtığım bölümde adını hiç duymadığım bir ressamımızdan haberdar oldum.
80’li yıllar ait bu belgesel eminim pek çok insana sıkıcı hatta ses ve görüntü kalitesindeki olumsuzluklardan dolayı çekici gelmeyecektir.
Fakat belgeselin sunucusu olan Mengü Ertel’in giriş konuşması (yazıma onun sözleri ile başladım) Beni öylesine etkilediki gerçekten sahip olduğumuz degerlerin farkına varmadan tuhaf çirkin, çıkarcı, ahlaksız, pis bir döngünün içinde dönüp durduğumuzu öylesine bir şiddetle hatırlattı ki, başta siyasiler olmak üzere tüm yurtta insanlarımızın en küçük hücresine işleyen bu fütursuz ortam beni korkuttu.
Her geçen gün sosyal medyada insanların birbirine hitap tarzları, ağır hakaretler içeren konuşmaları, varlığımızı borçlu olduğumuz insanlara olmadık sözler söyleyip, bunu bir erdemmiş gibi çoğaltarak yaymaları ve daha pek çok şeyi yaşamın doğal akışı gibi izler olduk.
Milli kültürümüz, Cumhuriyet tarihimiz, ulusal egemenliğimiz, tam bağımsızlığımız, Milliyetçiliğimiz kısaca Milli Birliğimiz gün geçtikçe yara aldığı günler yaşıyoruz.
İçerden parçalanıyoruz dincisi, sahte Atatürkçüsü, emperyalist sevicisi, büyük devlete sırtımızı dayamadan olmaz edaları atan libarelleri ve daha niceleri...
Milli birliğimiz kalmayınca kuklacının kuklası oluveririz!Bizi biz yapanlardan birini geç tanımış olsamda hakkında okuduklarım ve izlediğim belgesel aracılığı ile sizlere Kuvayi Milliye’nin at üstünde koşturan bir neferinden bahsedeceğim.
Cemal Tollu 1899 yılında İstanbul’da doğmuş.
İşgal yıllarında Sanayi-i Nefise’ye (Güzel Sanatlar Akademisi) kaydını yaptırdıysa da, öğrenimine ara vermek zorunda kalır.
Çünkü İşgal kuvvetlerine görünmeden Ankara’ya geçerek Kuvayi Milliye Ordusuna katılır.
Anadoluda çarpışarak İzmir’e ilk varan 20. Süvari alayının teğmeni, at üstündeki ressamımızdır Cemal Sait Tollu.
“Beni görmek demek, behemehal yüzümü görmek değildir.Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu yeterlidir.” Diyen Mustafa Kemal Atatürk’ün sözünü kendisine ilke edinen bir Kuvayi Milliyeci ve Ressamımız olan Cemal Tollu’nun bildiğim kadarı ile yaptığı bir Atatürk resmi yok.
Fakat ülkemizde çağdaş sanat akımını başlatacak, daima vatanının Milli Kültürüne katkı koyarak çalışmalar verecektir Cemal Sait Tollu.
1926 yılında yarım bıraktığı Güzel Sanatlar akademisindeki okuluna devam eder ve mezun olunca Elazığ Öğretmen okuluna atanır.
Yurdun her bir köşesi vatan toprağı olarak sevildiği ve öğretmenlerin hiç çekinmeden Anadoluya görev yapmaya gittiği yıllardı, o yıllar.
Atatürk devrimleri, ülkenin her alanında çağdaşlaşma yönünde değişimleri gerçekleştirmeyi başardığı yıllardı, o yıllar.
Çağdaş anlamda resim sanatının, Atatürk devrimiyle başladığı yıllardı, o yıllar.Yeni sanatçılara olanaklar sağlayan, batılı sanat eğitimi almaları için yurt dışına öğrencilerin gönderildiği yıllardı, o yıllar.
Milli sanat politikasının oluşturulduğu konservatuarların, sergilerin, konserlerin, müzelerin, tiyatroların açıldığı ve yayıldığı yıllardı, o yıllar...
O güzel yıllarda Cemal Tollu kendi olanakları ile yurt dışına gitmiş, Almanya’da Hoffman, Fransa’da Andre Lhote, Marcel Gromaire, Fernand Leger atölyesinde çalışmış.
Ayrıca heykele de merak saran Cemal Tollu, Charles Despiau’nun atölyesinde de üç sene çalışarak yurda döner ve askeri okulda resim öğretmenliği yapmaya başlar.
1933 yılında, arkadaşı Zeki Faik İzer’in Cihangir’deki evinde altı sanatçı bir araya gelir.
Cemal Tollu, Zeki Faik İzer, Abidin Dino, Nurullah Berk, Elif Naci ve heykeltıraş Zühtü Müridoğlu.
Bu toplantının ardından yeni bir sanat grubunu kurmaya karar verirler.
Türkiye'deki dördüncü sanat grubu olmalarından dolayı alfabenin dördüncü harfi olan ‘’d ‘’ yi seçerler ve grubun adı ‘’ d grubu ‘’ olarak belirlenir.
Cemal Tollu ayrıca ‘’Müstakil Ressamlar ve Heykeltraşlar ‘’ birliğinin üyesiydi.Cemal Tollu, çalışmalarında kütle bütünlüğü oluşturmaya çalışmış ve kübist bir anlayış benimsemiş.
Kübist modeli, hacimli yöresel konulu, kahverengi, gri ve yeşili pastel tarzda kullanarak, düz yüzeylerin şematizmine önem vermiş.
Cemal Tollu 1935 yılınında Ankara Arkeoloji müzesinde müdür yardımcısı olarak görev yapar.
Bu dönemdeki çalışmalarına çoğunlukla arkeoloji ve Sümeroloji üzerine yoğunlaştırır.
Mezopotamya ve Hitit sanatını inceler.
O yüzden üslup arayışı çalışmalarında Anadolu ve Hitit modelleri etkili olmuştur.
Hitit kabartmalarındaki ‘’kunt ‘’ ( Ağır, kalın, dayanıklı, sağlam) formlarını eserlerinde tekrarlamıştır.
Bu çalışmalarına en iyi örnek ise; “Hatay’da portakal bahçesi” adlı yapıtı, Eti alçak kabartmalarından esinlenerek yapmış olduğu eşsiz bir eserdir.
Önemli diğer çalışmaları arasında Zeytin ağacı, okuyan köylüler ve mevleviler yer almaktadır.
İlk resim sergisini Elazığ’da açmış akabinde d grubu ile sayısız resim sergilerine katılmıştır.
Tüm bu sergiler halka açık olarak hiçbir giriş ücreti alınmadan yapılmış.Ve bu sergi anlayışları da tüm yurda yayılarak isimlerinin daha çok tanınmasına vesile olmuş.
Fransız ressam Leopod Levy 1937 de resim bölümünü düzenlemek üzere İstanbul akademisinde göreve başlar ve Cemal Tollu’yu asistan olarak göreve çağırır.
1964 yılına kadar akademide hocalık ve bölüm başkanlığıda yapar.
Cemal Tollu aynı zamanda Yeni Sabah günlük gazetesinde ve çeşitli dergilerde sanat yazıları yazmıştır.
Akademideki derslerinin yanı sıra yazdığı yazılarda da genç sanatçılara klasik eğitimin yararlarını, klasik sanata bağlılığın faydalarının yanı sıra çağın gereklerini de sanata uygulamaları gerektiğini anlatmıştır.
Cemal Tollu at üstündeki tek ressamımız ülkemize verdiği katkıları ile başarılarla doludur hayatı, 1940, 1941 ve 1960 yıllarında Devlet Resim ve Heykel sergilerinde çeşitli ödüller almıştır.
Bu yıllarda Retroperspektif çalışmalarına ağırlık vererek 1967 Retroperspektif sergisi açmıştır.
Cemal Tollu ömrüne iki de değerli kitap sığdırmıştır; Yunan Mitolojis adlı kitabını 1964 te Şeker Ahmet Paşa adlı kitabını ise 1967 yılında kaleme almıştır.
Yolu İbrahim Çallı’nın atölyesinden geçmiş çağdaş Türk ressamımızı 26 Ağustos 1968 yılında kaybettik!
Ne garip dimi durup dururken karşıma çıktı bir Kuvayi Milliyeci hem de bir ressam olarak.
Onları daima yaşatmak zorundayız. Milli Kültürümüzü oluşturan, Milli Kahramanlarımızı saygı, sevgi ve özlemle anıyorum.
D grubu arkadaşlarından Nurullah Berk’in sözleri ile bir kez daha analım ve veda edelim.
Veda ederken en azından vefa borcumuzu yerine getirelim.“… neydi onu ötekilerden bir bakıma kendi en yakın dostlarından ayıran?
Kolaycılıktan kaçışı, güç işleri başarma çabası, temizliği,
içtenliği, şarklılıktan nefreti, sanatın zanaatını kavrayışı, kendini bilişi,
kendi sınırlarını pek güzel seçerek yapabildiğini yapmakla yetinişi, kötü
işler çıkardığı zaman bundan utanmayışı, saflığı, her çeşit gösterişten
kaçışı, yapamayacağını yapmaya, olduğundan üstün görünmeye heves
etmeyişi…”
Meltem Karakoyun
24 Ocak 2019