Çanakkale idrak Ediyormuyuz
Yeterince idrak edebiliyor muyuz ? Tarih 1918. Bugün, şu an 1918 olsun. Artık bitmiş durumdayız. Çünkü, özellikle, Kırım Harbinden bugüne, hiç ara vermeden savaştık. Verdiğimiz kapitülasyonlar, tavizler, imtiyazlar,Türk Milleti’ni yok olma aşamasına getirdi. Yerli sanayimiz yok. Toplu iğne üretmiyoruz. Kefen bezi dışarıdan geliyor. Vergi dairelerimiz, İngiliz eline geçmiş, Duyunu Umumiye olmuş. Tütün, reji olmuş. Ne kadar tütün ekileceğini, İngiliz söylüyor. Rejiden önce 1 kg tütün, 10 kuruş iken, rejiden sonra 5 kuruşa düşmüş ve üretime kota gelmiş. Köylü, kendi memleketinde kaçakçı durumuna düşmüş. Reji idareleri, kendi kolluk kuvvetlerini kurmuş. Devlet buna izin vermiş. Reji kolcuları, kendi memleketlerinde, hayatta kalmaya çalışan kendi köylüsünü öldürüyor. Ağırlığı gayri müslim olan bu kolcular, 1870 lerden itibaren 50.000 köylü öldürmüş.
Bu reji artık türkülerde ağıt olmuş.Kerimoğlu türküsünü dinleyin. Çökertme dinlerken, oyun oynamayın… Kerimoğlu türküsü, bir Anadolu Anasının ağıdıdır. 18 yaşında yetim yavrusunun, hem de uyurken, alnından nasıl vurulduğuna ağıttır… Artık buğday dışarıdan geliyor. Çünkü, köylerde erkek yok. Tarlalar ekilemiyor. Biçilemiyor. 1850 beri böyle. Herkes askerde. Giden geri gelmiyor. Analar istasyonlarda, tren gözlüyor. Her trene soruyor. Trenler bizim değil. İngiliz, alman, İtalyan, Fransız çalıştırıyor. Analar, her gördüğüne soruyor. “ Mehmedi gördün mü ? Yolcular şaşırıyor, hangi Mehmed !. Analar, anlamadıklarını görünce, daha da anlatmak istiyor, benim Mehmedi diyor, benim Mehmedi gördün mü ? “ 1850 den beri, herkes, hep asker. Savaş yoksa 8 yıl. Savaş varsa 12 yıl. Herkes askere gidiyor. Savaşlar bitmiyor. Nüfus yok oluyor. Gidenler, geri dönemiyor. Gidenler, babaları ile cephede vedalaşıyor. Kardaşlarını ise, bir ağacın altına gömmüşlerdi.
Oysa Osmanlı tebası, gayri müslimler askere gitmiyor.Bedelli yapıyor. 2000 kuruş veriyor. Türklerin ise, 15.000 kuruş vermesi gerekiyor. Hiç kimse de o para yok. Osmanlı içinde yaşayan tüm yabancı unsurların raporlarına yansıyor. Türk nüfus hızla ortadan kalkıyor. Gayri müslimler hızla zenginleşiyor, çoğalıyor. Türkler ellerinde ne kaldıysa, bu gayri Müslimlere yok pahasına satıyor. Tarlalar el değiştiriyor. Türk nüfus neredeyse azınlık olacak. İstanbul’da 700 yüz bin gayri müslim yaşıyor. Türk sayısı 300 bine düşmüş. Öz be öz Türk vatanında, gayri müslimler, tefeciler, faziciler, hırsızla ağa oluyor. Türkler kendi vatanlarında parya olmuş… Buğday dışarıdan geliyor. Tütünde kota var. Dış borç almış yürümüş. Faizi bile ödenemiyor. Devlet 1875 yılında iflas ilan etmiş. Devleti yönetenler, gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet içinde. Kendi varsıllıklarını, vatanın, namusun üstünde görüyorlar ve düşman ile direk ya da dolaylı işbirliği içindeler. Anadolu bu halde. Vahdettin 1921 yılında, 61 yaşında. 4 eşi ve cariyeleri var.
18 yaşında bir kız ile nikah yapabiliyor.Anadolu’da ocaklar tütmez olmuş, ocaklar sönmüş, Anadolu’da, 12 yaş altı çocuk ve 50-60 yaş üstü gazi ve meczuplardan başka adam kalmamış. Analar, her gördüklerine, “Mehmedimi gördün mü ?” diye sorar olmuş… 18 Mart 1807 : Bir gün İngiliz donanması, Çanakkale’yi geçiyor ve sarayın önüne demirliyor. Halk, kayıklar ile karşı koymaya çalışıyor. İngiliz gövde gösteri yapıyor… 15 Mart 1915 : Bekliyorlar. Yine 18 Mart’ı bekliyorlar. Çünkü 108 sene önce, o tarihte geçmişlerdi… Ama bekledikleri bir şey daha var. Abd büyükelçisi morgenthau’nun son raporunu bekliyorlar. İstanbul’da abd elçisi morgenthau’dan başka elçi yok. Osmanlı ile yabancılar arasında ki iletişimi, morgenthau sağlıyor. Enver, morgenthau’yu davet etmiş. Tabyaları gezdirecek.
Morgenthau tabyaları görecek.Bu rapor bekleniyor. Enver, 15 Mart tarihinde, Yörük isimli vapurla, tabyalara geliyor. Anadolu ve Trakya tabyaları beraberce geziliyor. Devamını, ingiliz, fransız vb. gibi, bizde morgenthau raporundan okuyalım : “ Bütün tabyaları gezdik. İngiliz mermileri, tabyalara çok zarar vermiş. Trakya’da birkaç top vardı. Bunlar 1878 modeldi. Nara burnunda, Türk bataryasında bulunan toplar, 1835 yılından kalmaydı. Bu topların hepsinin menzilleri kısa. Bu mermilerin, zırh delme kapasitesi yoktur. Cephane, yok denecek kadar az. Kalmamış. “ Türk toplarının menzili 12 km. Gemilerden gelen mermiler ise 20 km menzile sahipti. Enver tarafından gezdirilen morgenthau, bu raporu hemen ingilize ulaştırmıştı. Bu rapor, İngiliz ve Fransızlara moral ve özgüven vermişti. Zaten az sayıda kalmış, Türk mermisinin, zırhlarına zarar veremeyeceğini düşünüyorlardı. Ama Seyid Onbaşı’yı unutuyorlardı. Mermi zırhı delemezdi ama bacadan girebilirdi. Rumeli Mecidiye bataryasında görevli, Seyit’in bataryasında bulunan ve mermi taşıyan vinç, gemilerden gelen ateşle kırılmış, tahrip olmuştu.
Ama Seyid Onbaşı’nın, imanı yerindeydi…Fransız zırlısı büve, o zaman için, dünyanın en büyük ve yeni gemilerinden biriydi. Mayınlar bile batıramaz deniyordu. Mermi bacadan girdi. Kazan dairesi patlayınca, gemi içinde bulunan mühümmat patladı, gemi dakikalar içinde sulara gömüldü. Nusret mayın gemisinin, kaptanı Tophaneli Hakkı Kaptan olarak tanınan, Yüzbaşı Tophaneli Hakkı Bey, 2 gün önce ağır kalp krizi geçirmişti. Yine de son kez sefere çıkmakta ısrarlıydı. Kalan son mayınlar, Anadolu yakasında bulunan Erenköy önlerinde Karanlık Liman denilen koya, sahile paralel olarak döşendi. Bu koy, gavur gemilerinin dönüş yaptığı alanlar içinde bulunuyordu. Gavur, boğazdan giriyor, Trakya tabyalarına bomba atıyor, Erenköy önlerinden geri dönüyor, bu seferde Anadolu yakası bataryalarına bomba atıyordu. Yine öyle oldu. Ancak bu dönüşlerin yapıldığı yerde Nusrat’ın son kez döşediği mayınlar, şimdi gavuru bekliyor olacaktı. Tophaneli Hakkı Bey, yine bir görev dönüşünde, Nusrat içinde kalp krizi geçirdi. Şehit oldu. Tophaneli Hakkı Bey’inde ailesi ve çocukları vardı. İstese, bir rapor alabilirdi. Herkes hastalığını biliyordu. Seyid Onbaşı’da, istese, mermiyi kaldırmayı denemeyebilirdi. Herkes vincin kırık olduğunu biliyordu. Ama onların bildiği bir şey daha vardı. Gavur, soyu ve dini değiştirmek için geliyordu. Gavur. Gavur bu gavurluktan vazgeçmedi. Buğday yine dışarından geliyor. Pancarda yine kota var. Fiskobirlik kapandı, fındık fiyatını, artık biz belirlemiyoruz. Tohum üretme çiftliklerimiz kapandı. Hibrit tohuma sertifika var, yerli tohuma ise yasak var. Bütün bankalar, fabrikalar, marketler, kullandığımız eşyaların tümü, yine yabancı malı oldu. Tanıdık geldi mi ??? Ve bizler. Bugün Seyid Onbaşı ve Hakkı Bey, karşımıza çıksa… Gözümüze baksa… Onlar ile, göz göze gelebilir miyiz ? Gelebilmeli miyiz ? Göz göze gelme hakkına sahip miyiz ??? O.U. Kaynak : Prof.Dr. Cengiz Özakıncı