Bir Yaşam Boyu Başarı Oyküsü Genco Erkal

Bir Yaşam Boyu Başarı Oyküsü Genco Erkal  Mevsim kış. Yoğun kar yağışı altında Tunus Caddesinden Kavaklıdere’ye doğru, birkaç yüz metre ilerdeki Çağdaş Sahne’ye yürüdük. (Ankara’dan ayrılalı yıllar oldu, umarım tiyatronun adını doğru anımsamışımdır. Üst katı da Akün Sineması idi. Yanlış anımsadıysam affola). Her neyse. Kızlı erkekli 8-9 kişiydik. Bir yandan sınavdan çıkmış olmanın yorgunluğu, bir yandan iliklerimize kadar işleyen Ankara’nın kuru soğuğu, yerde iki karış kar, kendimizi tiyatroya zor attık… Tiyatro tıklım tıklım doluydu. Nasıl da yer bulduk? Tiyatroya girdiğimizde, içimize dolan o ılık havayı bugün gibi anımsıyorum… Oyunu izlemeye başladığımızda, ne benim ne de arkadaşlarımın adeta bir ateş ile kavrulacağımızdan haberimiz yoktu… KEREM GİBİYDİ SAHNE… CAYIR CAYIR YANIYORDU… CAYIR CAYIR YAKIYORDU… Genco Erkal’ın adını duymuştum ama ilk kez canlı performansına tanık oluyordum. Tek kişilik bir oyun: KEREM GİBİ… Tam iki saat boyunca Nazım Hikmet’in şiirlerini, tek bir falso yapmadan okudu… Okudu demek doğru değil aslında. Mimikleriyle, tonlamalarıyla o muhteşem şiirleri yaşadı ve yaşattı izleyenlere… İlk bölümde Nazım’ın yurt sevgisini, aşkı, insan sevgisini, şiirleri aracılığıyla verdiği kavgalara yer veriyordu… Sevgi ancak bu kadar duru, bu kadar somut anlatılır ve ancak bu kadar içten okunur… Dinlerken aklınıza sevgiliniz düşer… Ben bu sevgiyi tanıyorum dersiniz kendi kendinize… İçiniz titrer… Yüzünüzü ateş basar… Heyecanlanırsınız, ürperirsiniz… Sanki sizi yazmıştır Nazım, sanki sizin aşkınızı okuyordur Genco Erkal…

Bir Yaşam Boyu Başarı Oyküsü Genco Erkal SEVİYORUM SENİ

Seviyorum seni ekmeği tuza banıp yer gibi Geceleyin ateşler içinde uyanarak ağzımı dayayıp musluğa su içer gibi Ağır posta paketini neyin nesi belirsiz telaşlı, sevinçli, kuşkulu açar gibi Seviyorum seni denizi ilk defa uçakla geçer gibi İstanbul'da yumuşacık kararırken ortalık içimde kımıldayan bir şeyler gibi Seviyorum seni Yaşıyoruz çok şükür der gibi… *  *  * Sürgün ve hapishane günlerinde yazdığı şiirlerine geçti sonra Nazım’ın. Öyle bir tonlama ile söylüyordu ki, sanki Nazım değil de kendisi sürgün edilmiş, kendisi hapis yatmış gibi… Anlatılamaz… Bugün pazar... Bugün, beni ilk defa Güneşe çıkardılar. Ve ben, ömrümde ilk defa Gökyüzünün Bu kadar benden uzak, Bu kadar mavi, Bu kadar geniş olduğuna şaşarak, Kımıldamadan durdum Sonra, saygıyla toprağa oturdum, Dayadım sırtımı duvara. Bu anda; Ne düşmek dalgalara, Bu anda; Ne kavga, ne hürriyet, ne karım. Toprak, Güneş ve Ben... Bahtiyarım… *  *  *

Ve kulaklarımızda çınlayan “Akrep Gibisin Kardeşim” şiiri…

Akrep gibisin kardeşim, korkak bir karanlık içindesin akrep gibi. Serçe gibisin kardeşim, serçenin telaşı içindesin. Midye gibisin kardeşim, midye gibi kapalı, rahat. Ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun, kardeşim. Bir değil, beş değil, yüz milyonlarlasın maalesef. Koyun gibisin kardeşim, gocuklu celep kaldırınca sopasını sürüye katılıverirsin hemen ve âdeta mağrur, koşarsın salhaneye. Dünyanın en tuhaf mahlukusun yani, hani şu derya içre olup deryayı bilmeyen balıktan da tuhaf. Ve bu dünyada, bu zulüm senin sayende. Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak kabahat senin, — demeğe de dilim varmıyor ama — kabahatin çoğu senin, canım kardeşim! (Küçük bir parantez: Tam 70 yıl önce yazmış Nazım bu satırları. Yetmiş yıl boyunca “kabahat aynı kabahat, koyun aynı koyun” demeden geçemeyeceğim… !) Sonra “Beyazıt Meydanındaki Ölü” den “Mavi Gözlü Dev” e kadar tam 2 saat boyunca bizi yeryüzünden aldı ve bambaşka bir dünyaya götürdü Genco Erkal… *  *  * Yıllar önce içimizi yakıp kavuran “Kerem Gibi” adlı tek kişilik Genco Erkal şöleninden çıktığımızda arkadaşlarımla aramızda “Bu şiir şöleni bir senfoni orkestrası ile beslense de sanattan aldığımız haz ile ölüp gitsek” türünden espri ile karışık bir konuşma geçmişti.

Öğrencilik işte. Ama yıllar sonra bu hayalimizin gerçek olduğuna inanamadım.

Gözümüzün nuru, gurur kaynağımız Fazıl Say’ın “Nazım Orataryosu”nu kastediyorum. Yıllar öncesine daldım gittim izlerken… Genco Erkal, ilerlemiş yaşına rağmen, aynı şevkle, sanki Nazım’ın şiirlerini ilk kez okuyormuşçasına, sanki yıllara meydan okurcasına dinç ve Nazım’ın bir şiirinde söylediği gibi “inadına yaşayarak” sergiledi performansını… Nazım Orataryosunu izlerken sanattan aldığım hazdan ölmedim ama mest olduğumu, gerek Orataryoyu besteleyen Fazıl Say, gerek Genco Erkal ve aynı sahneyi paylaşan diğer sanatçılarımızla tarifi mümkün olmayan bir gurur duyduğumu belirtmek isterim… *  *  *

Bir Yaşam Boyu Başarı Oyküsü Genco Erkal

Genco Erkal sadece bir tiyatro sanatçısı değil aynı zamanda sanatını toplumsal olaylara açarak, gerici yobazlara  diklenerek sanat üreten duyarlı bir aydın. Hadi yaşam öyküsüne kısaca bir göz atalım (www biyografi. net tr sitesinden kısaltılarak alıntılanmıştır) “Genco Erkal, daha Robert Kolej’inde okurken “Spectrum” dergisine insan desenleri çiziyordu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Psikoloji bölümünden diploma aldı. Öğrenimi sırasında tiyatroda rol almaya başladı.

1959 yılından başlayarak Türkiye’nin önemli özel tiyatro topluluklarında oyuncu ve yönetmen olarak çalıştıktan sonra, 1969 yılında Dostlar Tiyatrosu’nu kurdu.

Gorki, Brecht, Sartre, Steinbeck, Havel,  gibi yabancı yazarların yanısıra, Aziz Nesin, Haldun Taner, Nazım Hikmet, Can Yücel, Refik Erduran, Vasıf Öngören, Orhan Asena,  gibi yazarların oyunlarını yönetti. Roman, öykü, şiir gibi değişik türlerden tiyatroya uyarlamalar yaptı, oyunlar çevirdi. Yaroslav Haşek’in yazdığı “Aslan Asker Şvayk” oyunundaki rolüyle ilhan iskender ödülü’nü kazandı. 2008 senesinde kendi yazdığı ve yönettiği, 1993 yılında Sivas`ta Madımak otelinde yapılan katliamı konu alan Sivas’93 isimli belgesel tiyatro oyununu, Türkiye ve Avrupa genelinde tiyatro severlere sundu. Bu oyunu ile Pertevniyal Lisesi tarafından 2008 yılının en iyi tiyatro ödülünü aldı. Değişik yıllarda birçok kez “yılın en iyi erkek oyuncusu”, “en iyi tiyatro yönetmeni” seçildi, yaşam boyu başarı ödülleri kazandı. 1982 yılında “At” ve 1983 yılında “Faize Hücum” filmleri ile “en iyi erkek oyuncu” dalında Antalya Film Festivali’nde iki kez Altın Portakal aldı. 1993-1998 yılları arasında, Paris’te ve Avignon Festivali’nde Fransızca da oynamaya başlayan Genco Erkal, üç Fransız yapımında rol aldı. 2009 Aydın Doğan Tiyatro Ödülü’nü kazanan sanatçı, verilen 50 bin liralık ödülü Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’ne bağışladı. Sahnelediği ve rol aldığı oyunlardan bazıları: “Rosenbergler Ölmemeli” (1970), “Asiye Nasıl Kurtulur” (1972), “Şili’de Av” (1974), “Kafkas Tebeşir Dairesi” (1979), “Ağrı Dağı Efsanesi” (1981), “Galileo Galilei” (1983). “Nalınlar”, “Midas’ın Kulakları”, “Keşanlı Ali Destanı”, “Bir Delinin Hatıra Defteri” Bu kısaltılmış yaşam öyküsünden de anlaşılacağı gibi, heykeli ucube diye niteleyenler kuraklıksa, Genco Erkal onların yüzlerine çiseleyen yağmurdur. Onlar yağmursa, Genco Erkal onların suratlarına tokat gibi inen bir fırtınadır. Onlar fırtınaysa, Genco Erkal gerici yobazların beynine balyoz gibi inen sanattan bir kasırgadır… *  *  * Bana sanatı tanımla deseler, yanıtım “Sanat Nazım Hikmet’tir, Attila İlhan’dır, Fazıl Say’dır, Genco Erkal’dır, Gülsin Onay’dır,  Suna Kan’dır, Abidin Dino’dur, Yılmaz Güney’dir …“derim.

Ve sayar giderim öyle bir sürü…

Hiç kuşkunuz olmasın, bu topraklar ne kadar hain yobaz çıkardıysa, onlardan en az bir fazla aydın, en az bir fazla sanatçı çıkarmıştır… Yazımızı Nazım Hikmet’in bir şiirinden esinlenerek noktalayalım: Korkmayın, “Yürüyün karanlığın üstüne”. Ta ki “Karanlıklar aydınlığa çıkana kadar…” Sağlıkla kalın, sanatla kalın…

Ertuğrul Filizay