Atatürkün Manevi Evlatları
Atatürkün Manevi Evlatları
Yalnız; ömrünün sonlarına doğru, kundakta görür görmez, hayret edilecek bir yakınlıkla sevip, bağlandığı küçük Ülkü bunların dışında… Fakat yine hayret edilecek bir şey ki, genellikle küçük çocuklardan hoşlanmayan Atatürk, ömrü boyunca rastladığı kimsesiz çocukları evlat edinip bağrına basmaktan da kendini almamıştır. Eski eniştesi Mustafa Mecdi Bey’den aldığımız bilgilere göre, Atatürk, gençliğinden beri, kız, erkek dokuz çocuğu evlatlık edinmiştir. Bunlardan ilki, Birinci Dünya Savaşı esnasında Van’da bulunurken kimsesiz ve muhtaç olduğunu görerek beraberinde alıp İstanbul’a getirdiği sekiz yaşındaki Abdürrahim adındaki çocuktur ki, Akaretler’deki evlerinde annesi Zübeyde Hanım’ın yanında bırakmış, zaferden sonra da Ankara’ya göndererek sanayi mektebinde okutup bir meslek sahibi etmiştir. Diyarbakır’lı Abdurrahim (Tunçak)la Halep'te birlikte. (1917) İkincisi, yine genel savaşta, Bitlis geri çekilmesi sırasında kendisine sığınan, altı yedi yaşlarında Afife adlı bir yetim kızdır ki, o karışıklıkta karargâhına katarak, gerilere kadar getirip, İstanbul’da, evlerine göndermiş, okutmuş, büyütmüş, terbiye etmiş, sonra evlendirerek İzmir’e yollamıştır. Bundan sonra; Latife Hanım’la evliliklerinden sonra, İstanbul’a gelişlerinde, Kâğıthane’deki Yetimler Yurdu’ndan aldıkları Zehra adındaki evlatlığı bir süre Çankaya Köşkü’nde alıkoyduktan sonra, Arnavutköy Amerikan Kız Koleji’ne vermiş, oradan Almanya’ya tahsile göndermiş ise de, pek sinirli olan bu kız, yaz tatilini geçirmek üzere İstanbul’a dönerken aklını kaybederek, kendini trenden atıp intihar etmiştir. Bu haberi alan Atatürk, büyük bir acı duymuş ve özel surette gönderdiği memurlara, Zehra’nın cesedini getirterek, Ankara’da gömdürmüştür. Atatürk'ün Manevi Kızları birarada. Sırasıyla Rukiye, Sabiha Gökçen, Afet ve Zehra görülmektedir. Bu sırada Konya taraflarında geziye çıkan Atatürk, orada acıklı hali kendisine anlatılan Rukiye adındaki kızcağızı, Ankara’ya getirterek Çankaya Köşkü’ne misafir etmiş, uzun bir zaman öğrenim ve terbiyesine de titizlikle durduktan sonra, uygun gördüğü değerli bir jandarma yüzbaşısıyla evlendirmiş, düğünlerini de görkemli bir şekilde Ankara Palas’ta yaptırmıştır. Manevi Kızı Rukiye'nin Dolmabahçe Sarayı’ndaki düğün töreninde. (22 Mayıs 1930) Fakat asıl görkemli denebilecek derece muhteşem düğün, Atatürk’ün yine Arnavutköy Amerikan Koleji’nde okuttuktan sonra, tanınmış hariciyecilerden biriyle evlendirdiği manevi evladı Nebile’nin, yine Ankara Palas’ın salonlarında yapılan düğünüdür. Manevi Kızı Nebile'nin evlenmesi nedeniyle Ankara Palas’ta yapılan baloyu şereflendirmiştir. (17 Ocak 1929) Nebile, Beylerbeyliydi. Kimsesiz, zeki bir kız olduğu Cevat Abbas Bey tarafından haber alınarak, Atatürk’ün himayesi rica edilmiş ve bu suretle evlatlık olmuştu. Uzunca boylu, sarışın ve zarif bir kız olan Nebile, bir aralık, Serbest Fırka zamanında politikaya da heveslenmiş, hatta o esnada aynı fırkaya katılan Atatürk’ün hemşiresi Makbule Hanım’la aralarında Atatürk’ün müdahalesini gerektirecek derecede anlaşmazlıklar, çekişmeler de olmuştu. Fakat kocasıyla Viyana’ya gittikten bir süre sonra, gözlerine arız olan hastalık, bütün ihtimamlara, tedavilere rağmen, artarak iyileşmez bir hale gelmiş ve bu sırada da kocasından ayrılmıştır. Atatürk’ün vefatından sonra, İsmet İnönü’nün himayesine mazhar olan Nebile, çok geçmeden hayata veda etmişti. Bayan Sabiha Gökçen’e gelince: Atatürk, kendisini bir Bursa seyahati esnasında tanımıştı. Çanakkale’de şehit olan bir subayın karısı olan ablasının yeni kocasıyla birlikte oturdukları Bursa’daki Hünkâr Köşkü’nü ziyaretleri sırasında, kendisine takdim edilen küçük Sabiha, her hal ve tavrı ve özellikle zekâsıyla, Atatürk’ün dikkatini çekmiş ve böylece, büyük Önder’in iltifat ve himayesine mazhar olmuş, nihayet yine bizzat Atatürk’ün teşvikiyle havacılığa katılmış, ilk Türk kadın pilotu olmak şerefini kazanmıştır. Atatürk, manevi evlatları arasında bilhassa Sabiha Gökçen’le iftihar ederdi. Bir Yalova gezisi sırasında, tesadüf ettiği Küçük Çoban Mustafa, Atatürk’ün yine, zekâsına hayran olarak, bizzat evlatlık edindiği çocuklardan biridir. Onu okutmuş, Kuleli’ye vermiş, fakat subaylığını göremeden ölmüştür. Yalova'da tanıyıp himayesine aldığı sığırtmaç Mustafa ile öğretmeni İle birlikte Dolmabahçe Sarayının önünde. (19 Eylül 1930) Çoban Mustafa, Atatürk’ün Dolmabahçe’de mübarek na’şını yaşarmış gözlerle selamlarken, Kuleli üniformasını taşıyordu. Atatürk, Bayan Afet’i Avrupa’ya tahsile gönderdiği sıralarda, yine evlat bilerek himayesine aldığı Sabriye adındaki genç kızın da Hukuk’a devam etmesini istemişti. Bu şekilde bu bayan, tahsilini başarıyla bitirerek, yargıç olmuştur. Florya'da Afet İnan'la birlikte. (28 Haziran 1935) Bize bu bilgileri veren, Atatürk’ün eski eniştesi Sayın Mustafa Mecdi’nin anlattığına göre, Atatürk’ün bu koruyuculuk özlemi, daha çok ömrü boyunca evlatsız kalıp, annesinin ölümünden sonra kız kardeşinden başka bir yakını bulunmayışından ileri gelmektedir. Koruyuculuk ettiklerinin hepsiyle ilgilenerek, özellikle iyi yetişmeleri için her fedakârlığa katlanan bir baba şefkatiyle severdi. O kadar ki; sofrasında daima beraber bulundurur, her arzularını yerine getirirdi. Hesabını kitabını iyi bilmekle tanındığı halde, evlat saydıklarından hiçbir şey esirgemezdi ve etrafındakilerin de, onları sevip saymalarını isterdi. Çankaya Köşkü’nde, hepsinin bir arada bulunduğu zamanlarda, aralarına kıskançlık girmesin diye, iş taksimi yapardı. Masraflarını, Genel Sekreteri Hasan Soyak’a gördürürdü. Harçlıklarını da onun vasıtasıyla verdirirdi. Sinemaya, alışverişe veya tensip ettiği herhangi bir ziyarete gidecekleri zaman, yanlarına Arap Nesip Efendi’yi katardı. Kızların da baba dedikleri bu Nesip Efendi, uzun yıllar Babıâli’de vükelaya hizmet ile dürüstlüğü, iyi ahlakı, fazileti, namusuyla bilinmiş ve Şükrü Kaya’nın tavsiyesiyle, Atatürk’ün kapıcılığına getirilmiş, hakikaten babacan, melek gibi bir ihtiyardı. Atatürk’ün son derece itimat ve emniyetini kazanan bu ihtiyarın, yine kendi gibi siyahî olan yardımcısı bir de oğlu vardı. Bunlardan başka, Atatürk, özel hizmetlerinde kullanarak bir nevi kâhya durumunda bulundurduğu bir de Bekir Çavuş vardı ki, Atatürk bunu, Yozgat isyanının bastırılmasındaki yararlıklarından dolayı takdir ederek yanına almıştı.1 Atatürk Kızı Göklerin de Kızı Olacaktır, Sabiha Gökçen Hiç aklımda yokken günün birinde kendimi mavi göklerin bir aşığı olarak buluvermiştim. Sabahın olmasını iple çekiyor, çoğu kez geceleri uyuyamıyordum bu heyecanla. Öğretmenlerim çalışmalarımdan havacılığa olan aşkımdan son derece memnun olduklarını söyleyerek beni yüreklendiriyorlar, bu görüşlerini üst makamlara bildirerek Atatürk’e aksettiriyorlardı. İstanbul, Metris Manevralarında Sabiha Gökçen ile birlikte. (29 Mayıs 1936) Ankara’daki çalışmalar başarıyla sona erdiği zaman Gazi Paşa beni huzuruna çağırtarak şöyle konuştu: -“Gökçen, uçuculukla ilgili çalışmalarını yakından takip ettim. Başarın beni kendi başarım kadar sevindirdi. Türk kızlarına güvenmekte ne kadar haklı olduğumu da kanıtladı. Yalnız ben seni bu kadarla bırakmak istemiyorum.” -“Nasıl emrederseniz efendim” dedim. -“Planörcülüğün yüksek eğitimini yaparak bu alanda öğretmen olmak istemez misin? Böylece hem kendin yetişmiş olacaksın, hem de gençlerimizi benim isteğim doğrultusunda havacı olarak yetiştireceksin.” -“Benim için bundan daha kutsal bir görev olamaz efendim.” -“Güzel… Esasen senden başka türlü bir cevap alamayacağımı biliyordun. Şimdiye kadar ne söyledimse hepsini harfiyen ve hiç itiraz etmeden yerine getirdin. Bunu yaparken de başarılı oldun. Eğitim için yurtdışına gideceksin. Türk Hava Kurumu hesabına Rusya’da eğitim görecek ve yurda öğretmen olarak döneceksin.”2 Küçük Ülkü Sabiha Gökçen’den bir anı: Sisler arasında kalan bir günü anımsıyorum bu arada… Kucağında kırk günlük bir bebekle Çankaya’daki eski köşke gelen Vasfiye Hanım’ı… Vasfiye Hanım kim mi? Anlatayım: Mustafa Kemal Paşa’nın annesi Zübeyde Hanım çok iyiliksever bir insanmış. Elinden geldiğince herkesi yardımına koşar, dertli başları dertten kurtarmaya çalışır, kendi beceremezse oğlunu, biricik Mustafa’sını yardıma çağırırmış. Günü birinde cici bir kız getirmişler kendisine. Tatlı mı tatlı, yaşına rağmen olgun da. Pek beğenmiş bu kızı Zübeyde Hanım, adı Vasfiye imiş. Yanına almış, büyütmüş. Vefatına kadar da hiç yanından ayırmamış. Gün gelmiş kısmeti çıkmış Vasfiye Hanım’ın, hemen evlendirmiş. Ama nedense mutlu olamamış kızcağız. Bir kaç kez evlilik geçtiği halde başından, hep dönüp dolaşıp yine Zübeyde Hanım’ın yanına gelmiş. Ve ölümüne kadar da yanından ayrılmamış. Ancak bu acıdan sonra ortada kalmış Vasfiye Hanım. Derken bu boşlukta yaşayamayacağını anlayarak çıkıp Paşa’nın yanına varmış. Ona halini anlatmış. Annesine çok düşkün olan Gazi, Vasfiye Hanımı da onun yadigârı olarak bağrına basıp, yanına almış. Böylece sıkıntılardan kurtulmuş kadıncağız. Yazgısı buymuş ki yine bir kısmeti çıkmış. Ankara Orman Çiftliği İstasyon Şefi Tahsin Bey diye, namuslu bir kişi. (Sonradan soyadı yasası çıkınca Tahsin Çukurluoğlu olmuştu) Paşa’nın onayını alan Vasfiye Hanım, Tahsin Bey’le evlendikten sonra hamile kalmış. Günü gelince de nurtopu gibi bir kız çocuğu dünyaya getirmiş. Şöyle kırk günlük olunca yavruyu Paşa’ya göstermek istemişler. Paşa pek beğenmiş ve adını da kendisi koymuş: Ülkü. Fener yolunda beraberindekilerle yürüyüş yaparken, İstanbul. (17 Mayıs 1936) Ülkü 1932 yılında Ankara’da doğmuştu. Ana yavrusu olarak bir yıl kadar kendi yuvasında kaldıktan sonra Gazi Mustafa Kemal Paşa onu da yanına aldırtmış ve ölümüne kadar da köşkten ayırmamıştı. Evet, bu sisler arasında kalan bir hikâyedir. Ülkü’nün doğuşu, köşke gelişi, yazgısının değişmesi böyle başlamıştır.3 1 Niyazi Ahmet Banoğlu, Nükte ve Fıkralarla Atatürk, İstanbul 1978, s. 490-493. 2 Oktay Verel, Sabiha Gökçen - Atatürk’le Bir Ömür, Altın Kitaplar Yayınevi, İstanbul 1994, s. 96–97. 3 Oktay Verel, Sabiha Gökçen - Atatürk’le Bir Ömür, Altın Kitaplar Yayınevi, İstanbul 1994, s. 67–68. Kaynak: Atatürk’ten Gençliğe Unutulmaz Anılar, Ahmet Gürel, Mayıs 2009